İÇİNDEKİLER

LİSE:4
LİSE:3
İRFAN GEZER
LİSE:1
=> TEST
=> UYARI:Tarih-9
=> İCATLAR KRONOLOJİSİ
=> TARİH/9.SINIF
=> TARİHİN YARARLANDIĞI BİLİMLER
=> TARİH ÖĞRETİMİNİN YARARLARI
=> TARİHİN KONUSU
=> KARBON 14 METODU
=> TÜRK ADININ ANLAMI
=> ANADOLU'DA İLK UYGARLIKLAR
=> UYARILAR-İslamiyete Öncesi
=> İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ/ UYARILAR
=> ANAYURTTA KURULAN İLK UYGARLIKLAR
=> HUNLARDAN ÖNCEKİ TÜRKLERİN YAŞAYIŞI
=> DİĞER TÜRK DEVLETLERİ VE TOPLULUKLARI
=> TARİH ÇEŞİTLERİ
=> İSLAM TARİHİ / Uyarılar
=> TARİHTE TÜRKLERİN KULLANDIĞI TAKVİMLER
=> ANADQLUNUN TARİH ÖNCESİ; MERKEZLER VE ÖZELLİKLERİ
=> TARİHİN SINIFLANDIRILMASI(Tasnifi)
=> İLK TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET
=> TARİHİN KULLANDIĞI METODLAR(YÖNTEMLER)
=> ORTA ASYA TÜRK GÖÇLERİ
=> Harita(Anadoul Beylikleri)
=> HİNT UYGARLIĞI
=> ESKİ TÜRKLERDE VE OSMANLILARDA HARİTACILIK
=> İRAN UYGARLIĞI
=> TÜRKİYE TARİHİ / Uyarılar
=> İlk Çağ'da Anadolu Uygarlıkları
=> ESKİ MISIR UYGARLIĞI
=> Tarihi Olaylar İncelenirken Uyulması Gereken Kurallar
=> İLK MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİ/ Uyarılar
=> Ege Ve Yunan Uygarlığı
=> DOĞU AKDENİZ UYGARLIKLARI
=> SORU-CEVAP ÇALIŞMASI
=> MEZOPOTAMYA UYGARLIKLARI
=> ORTA ASYA TÜRK MEDENİYETİ
=> ORTA ASYA NERESİDİR?
=> TEST:İSLAM ÖNCESİ TÜRK TARİHİ
=> TARİH BİLİMİNİN GELİŞİMİ VE AŞAMALARI
=> İSLÂMİYETİN DOĞUŞU VE İSLÂM DEVLETÎ
=> TARİHİN İLKELERİ
=> TARİH ÖĞRETİMİNDE AMAÇLAR
=> TARİHİN ÖZELLİKLERİ
=> TARİHİN KAYNAKLARI
=> Anadolu'nun Çevresindeki Uygarlıklar
=> lise:1/çalışma soruları
=> İLK TÜRK DEVLETLERİ
LİSE:2
Yeni sayfanın başlığı


İLK TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET
DEVLET YÖNETİMİ
A) DEVLET:
İslamiyetten önce Türkler devlete İL veya EL demişlerdir. Hükümdarların Ünvanları: Türkler Hükümdarlarına Şanyü,Tanhu, Hakan, Han, Yabgu, İlteber, İdi-kut, Erkin gibi ünvanlar vermişledir.

Türk Hükümdarlarının Tahta Çıkışı Tarih Boyunca Kaç Değişik Şekilde Meydana Gelmiştir?
1- Hanedan üyeleri arasında siyasi ve askeri mücadeleyi kazanan hükümdar olarak tahta çıkıyordu. (En sık rastlanan durum)
2- Hükümdarın rakipsiz aday olması(Bu durumda taht kavgası olmadan başa geçiyordu.)
3- Seçim Usulü (Kengeş, toy veya kurultay denilen devletin ileri gelenlerinden oluşan meclisin toplanarak hanedan üyelerinden birini tahta geçirmesi.
4)-Ekber ve Erşed(En yaşlı ve Olgun) olanın başa geçmesi. (Bu yöntem III. Ahmet zamanından itibaren sadece Osmanlı Devletinde uygulanmıştır.

*Kimler Türk Devletlerinde Hükümdar Olabilirdi?
Hanedandan olan bütün erkeklerin hükümdar olma hakları vardı. (Kardeşler, kardeş çocukları, amca, amca çocukları ve diğer hanedan üyeleri.)
*Kut Anlayışı Nedir?
Türkler devleti yönetme yetkisinin TANRI tarafından verildiğine inanıyorlardı. Tanrı tarafından verilen bu yönetme hakkına KUT diyorlardı.KUT'un kan yoluyla hükümdarın tüm erkek çocuklarına geçtiğine inanıyorlardı. Kut Anlayışı Türk Devletlerini Nasıl Etkilemiştir? Bütün hanedan üyelerinde KUT olduğundan kendine siyasi ve askeri bakımdan güvenen kişi TAHT KAVGASINA girebiliyordu. Bu durum Türk devletlerini ya iç savaş sonucu istkrarsızlığa, yada bölünmeye götürüyordu. NOT: Türk töresinde ana-babaya itaat esas olmasına rağmen, hükümdar bunun dışında tutulmuştur. Devletin devamı için baba-oğul veya kardeşlerin birbirleriyle mücadelesi normal karşılanmıştır. Çünkü bu sayede en güçlü ve en yetenekli kişi devletin başına geçecektir.
*İkili Yönetim(Çifte Krallık) Nedir?
Türk Devletlerinde hükümdar yönetimi kolaylaştırmak için ülkeyi SOL(Doğu) ve SAĞ(Batı) olmak üzere ikiye ayırırdı. Ortada (Merkezde) ise asıl hükümdar bulunurdu. Sağ ve Solda ise Hanedan üyelerinden YABGU'lar bulunurdu.

B) MECLİS VE HÜKÜMET:
Türk Meclislerine TOY, KURULTAY veya KENGEŞ denilirdi. Kurultay'da devletin ana meseleleri görüşülür, hükümdarın ölümü, savaş veya milli felaketlerde kurultay toplanırdı.
AYGUCI : Hükümet başkanı(başbakan)
BUYRUK : Bakan
TAMGACI: Dış siyaset işlerini yürüten görevliler Eski Türk Devletlerinde diğer devlet görevlileri şunlardı:
TİGİN: Hükümdar çocukları (Tekin) ŞAD : Diğer Hanedan mensupları Bunların dışında İnal, inanç, tarkan, bağa, tudun, çor, külüğ, apa, ataman gibi devlet görevlileri de vardı.

1- DEVLET YÖNETİMİ
Türklerde hükümdarlar ülkeyi törelere, gelenek ve göreneklere göre yönetirlerdi.
Hükümdarların görevi dağınık boyları toplamak, halkın ihtiyaçlarını gidermek, toplumda adalet ve eşitliği sağlamak, halkın huzur ve güvenini sağlamaktı.
Türklerde iktidarı ve hükümdarı kontrol eden, savaş ve barış gibi konularda devleti ilgilendiren önemli konuları görüşen ve kurultay adı verilen bir meclis bulunuyordu. Bazı Türk hükümdarları kurultayın aldığı kararların bir kısmını uygulamamıştır. Bu durum kurultayın danışma meclisine benzediğini göstermektedir. Eski Türklerde, devlet yönetme görevinin Hükümdarlara tanrı tarafından verildiğine olan inanç halkın Hakan’a mutlak bağlılığını sağlamıştır. Osmanlılara kadar Türk devletlerinde “Ülke toprakları hükümdar ailesinin ortak malıdır.” anlayışı devam etmiştir. Bu uygulamanın sonuçları şunlardır: Aile üyeleri arasında sık sık taht kavgaları yaşanmıştır. Türk devletleri kısa sürede parçalanmış ve yıkılmıştır. Ayrıca irili ufaklı birçok devletin kurulmasına neden olmuştur. İç mücadeleler Türk devletlerinin zayıflamasına ve dış müdahalelere ortam hazırlamıştır. Ordu Türk devletlerinde hemen her Türk savaşa hazır durumda olduğundan, askerlik özel bir meslek sayılmazdı. Türk ordusunun temeli, atlı askerlerden meydana gelmiştir. Düzenli ve disiplinli ilk Türk ordusunun kurucusu Mete Han’dır. Mete Han, Türk ordusunu “onlu sisteme” göre teşkilatlandırmıştır (Onbaşı, Yüzbaşı, Binbaşı ve Tümenbaşı gibi). İslamiyetten önce Türkler devlete İL veya EL demişlerdir. Devletin başında Hakan, Kağan veya Han adı verilen bir kişi bulunur.

Hakanın yardımcısına YABGU adı verilirdi. Hakan'a devlet işlerinde yardımcı olan hanımına HATUN adı verilirdi.
Ayrıca devlet işlerinin görüldüğü KURULTAY adı verilen bir de meclis bulunurdu ki, KURULTAY hakanı denetleme işlevine de sahipti. Kurultay BOY BEYLERİNDEN oluşurdu. Devlet; hükümdar ve ailesinin ortak malı sayılmıştır. Bu gelenek, kardeşler arasında hep taht kavgalarına yol açmış ve devletin kısa sürede yıklımasına neden olmuştur. Ülke Türk Milleti'nin hakimiyetindedir. Aileler Oymakları, Oymaklar Obaları, Obalar Boyları, Boylar Bodunları, Bodunlar İlleri, İllerde Hanlıkları oluşturmuştur.

DEVLET YÖNETİMİ: • Kağan,Hakan : Devletin başındaki hükümdara denirdi. • Devlet töre adı verilen yazısız kurallara göre yönetilirdi. • Kurultay:Devlet işlerinin görüşüldüğü meclistir. • Otağ : Hükümdar çadırı Hatun(Katun): Hükümdarın karısıdır. Devlet yönetimine yardımcı olurdu. • Tigin: Hükümdarın erkek çocuğu, prens Şad: Hanedan üyelerine verilen ünvandır. • Ayguçi: Vezir. Tudun: Devletin vergi ve gelir işlerinden sorumlu kişi • Yargucu(Yargıç): Davalara bakan kişi Tarkan(Tarhan): Bu isimlerde ordu komutanları vardı.Askerlik işlerinden sorumlu komutanlardır. • Bitikçi(Tamgacı):Devletin yazışma ve dış işlerinde Hakan’a yardımcı olur

ORDU: • Günümüzdeki Türk ordu teşkilatının temelini kim atmıştır.? Özelliği nedir?
Hun imparatoru Mete Han Türk ve Dünya tarihinde onluk ordu sistemini oluşturan ilk kişidir. Yani orduyu onlu gruplara ayırıp başlarına birer komutan vermiştir. ( Onbaşı, yüzbaşı,binbaşı vb.) • Türkler savaş esnasında Turan Taktiği ( Türk taktiği,Hilal taktiği) denilen düşmanı çembere alma taktiğini kullanırlardı. • Türkler atlı(süvari) birlikler halinde savaşırlardı.Savaşta en çok ok , yay,kılıç , hançer , mızrak, kement kullanırlardı.

ORDU: Türk Ordusunun başlıca özellikleri şunlardı:
a)- Türk ordusu ücretli değildi.
b)- Türk Ordusu daimiydi. (Kadın-erkek her an savaşa hazırdı.)
c)- Türk Ordusunun temeli ATLI askerlerden meydana geliyordu. NOT: Türk ordu teşkilatını ilk kuran METE HAN olmuştur. Mete Orduyu 10'luk sisteme göre teşkilatlandırmıştı. Onluk sistem daha sonra tüm Türk devletlerinde kullanılmıştır. (Türk ordusu; Çin, Roma,Bizans, Rus ve Moğol Ordu teşkilatı üzerinde etkili olmuştur.) Türk Ordusunu Silahları: Ok, yay, kement, kılıç, kargı, süngü, kalkan vb...

2.TÜRK ORDUSU İlk defa Mete Han tarafından teşkilatlandırılmıştır. Ordu komutanına SUBAŞI adı verilmiştir. Türkler'de eli silah tutan herkes askerdir. Hatta "Türk Milleti asker milletir" anlayışı hakim olmuştur. Türk Ordusunun başlıca özellikleri şunlardı: a) Türk ordusu ücretli değildi. b) Türk Ordusu daimiydi. (Kadın-erkek her an savaşa hazırdı.) c) Türk Ordusunun temeli ATLI askerlerden meydana geliyordu.

3.TÜRKLERDE DİN DİN VE İNANIŞ: • Türklerde Gök Tanrı dedikleri tek tanrı inancı vardı.Ayrıca gökyüzündeki Güneş,ay,yıldız kutsal sayılırdı.Gök Tanrı dinine “Şamanizm” de denir. • Kam veya Şaman: Din adamlarına verilen isim Yuğ: Ölünün arkasından yapılan dini tören • Balbal: Ölen kişinin hayattayken öldürdüğü düşman sayısı kadar mezarına dikilen taşlardır.
TOPLUM TAPISI: Türk toplumu; Oguş : Aile Urug :Soy=Aileler birliği Bod(Boy) :Kabileler Budun : Millet denilen birimlerden oluşuyordu. Boyların başında bulunan BEY'ler, töreye göre boyu idare ederlerdi. Boyların bir araya gelmesiyle Devlet(İL) kurulurdu. Türk Toplumunun Özellikleri: Halk hürdü. Herkes aynı işi yaptığından(hayvancılık) aralarında kesin olarak SINIF'ların ortaya çıkması imkansızdı. Yaşam biçimleri GÖÇEBE olduğundan savaşta elde ettikleri esirleri çalıştırmaya elverişli değildi. Bu yüzden Türk toplumunda KÖLE sınıfı yoktu. Din adamları diğer toplumlarda olduğu gibi imtiyazlı değillerdi.

SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYAT: • Türkler hayvancılıkla uğraştıkları için göçebe olarak yaşamışlardır.Buna “Atlı Göçebe Kültürü” denir. • Uygurlardan itibaren tarımla uğraşmaya başlayan Türkler yerleşik hayata geçmişlerdir.Göçebeyken sadece çadırlarda ,at ve silahlarda görülen süslemeler yerleşik hayata geçen Uygurlarda ise mimari ve taş işlemeciliğinde görülür. • Halk arasında sınıf ayrıcalığı yoktu.Töreler karşısında herkes eşitti.Yöneticilerin halktan fazla üstünlüğü yoktu. Toy adı verilen zafer ve bayram günleri olurdu. • Türklerin çizme , pantolon ve ceket giydikleri bilinir.Pantolon ve ceketin Hunlar aracılığıyla Avrupa’ya geçtiği bilinmektedir. Türklerde en eski din Göktanrı dinidir. Gökten başka bazı dağ, ırmak, vadi gibi varlıklarda bir takım gizli güçlerin bulunduğuna inanılırdı. Bu arada güneş ve ay kutsal sayılmıştır. Eski Türklerde tanrı, sonsuzdur ve herhangi bir şekle sokulamaz. Bundan dolayı Türklerde putçuluk olmadığı gibi putları korumak için yapılan tapınaklar da yoktur. Öldükten sonra dirilmeye inanan Hunlar, ölülerini günlük eşyalarıyla birlikte gömerlerdi. Türklerdeki tek Allah inancı ve yeniden dirilme düşüncesi Türklerin İslâm dinini kolaylıkla benimsemelerinde etkili olmuştur. Türkler Maniheizm, Budizm, Nasturizm (tabiatçılık), Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık gibi inançları kabul etmişlerdir.

DİN VE İNANIŞ: İslam öncesi Türklerin din ve inanışlarını şu 4 grupta toplayabiliriz: 1- Tabiat Kuvvetlerine İnanma: Dağ,ağaç, göl, kaya gibi varlıkların gizi güçlere sahip olduklarına inanırlardı. 2- Atalar Kültü: Ölmüş büyüklere ve atalara ait hatıralar kutsal sayılır ve saygı gösterilirdi. 3- Şamanizm: Kam veya Şaman adı verilen kişilerin, kötü veya iyi ruhlarla temas sağladıklarını inanılarak, bunların büyücülük ve sihir özelliklerine başvururlardı. Şaman inançları Anadolu'da hala varlığını sürdürmektedir. Örneğin; Gelinlerin üzerine buğday veya para atmak, Eşikten atlamanın uğursuz kabul edilmesi, kurşun dökmek gibi... 4- Göktanrı Dini: Türklerin İslamiyetten önceki dini Göktanrı diniydi. Bu dine göre Türkler; * Tek bir Tanrının evreni yarattığına ve gökte oturduğuna inanıyorlardı. * Öldükten sonra dirileceklerine inandıklarından, ölülerini atı,eşyaları ve silahıyla birlikte gömüyorlardı. * Cennet'e UÇMAĞ, cehenneme ise TAMU diyorlardı. * Mezarlara ölünün,sağlığında öldürdüğü düşman sayısı kadar BALBAL adı verilen küçük heykeller dikerlerdi. İnanışa göre, yeniden dirilecek kişi atıyla cennete gidecek, ve öldürdüğü düşmanlar sonraki yaşamında ona hizmet edeceklerdir. * Ölüleri içöin YOĞ adı verilen cenaze törenleri yapar, ve ardından yas tutarlardı. Türkler arasında ayrıca Maniheizm(Mani dini), Budizm, Musevilik, Hırıstiyanlık gibi dinlerde yayılmıştı. Din deyinc akla Göktanrı İnancı gelir. Manizm, Budizm gibi dinlerde görülmüştür. İslam öncesi Türklerin din ve inanışlarını şu 4 grupta toplayabiliriz: 1-Tabiat Kuvvetlerine İnanma: Dağ,ağaç, göl, kaya gibi varlıkların gizi güçlere sahip olduklarına inanırlardı. 2-Atalar Kültü: Ölmüş büyüklere ve atalara ait hatıralar kutsal sayılır ve saygı gösterilirdi. 3-Şamanizm: Kam veya Şaman adı verilen kişilerin, kötü veya iyi ruhlarla temas sağladıklarını inanılarak, bunların büyücülük ve sihir özelliklerine başvururlardı. 4-Göktanrı Dini: Türklerin İslamiyetten önceki dini Göktanrı diniydi. Bu dine göre Türkler; Tek bir Tanrının evreni yarattığına ve gökte oturduğuna inanıyorlardı. Öldükten sonra dirileceklerine inandıklarından, ölülerini atı, eşyaları ve silahıyla birlikte gömüyorlardı. Cennet'e UÇMAĞ, cehenneme ise TAMU diyorlardı. Mezarlara ölünün,sağlığında öldürdüğü düşman sayısı kadar BALBAL adı verilen küçük heykeller dikerlerdi. Din adamlarına KAM veya ŞAMAN adı verilmiştir. Ölülerin ardından YUĞ adı verilen törenler yapılmıştır. Mezarla KURGAN adı verilmiş.

4.TÜRKLERDE SOSYAL HAYAT Hunlar ve Göktürkler dönemlerinde göçebe bir hayat süren halk çadırlarda yaşıyordu. Türklerin yaşadıkları coğrafi şartlar hayvancılık faaliyetlerini öne çıkarmıştır. Türkler Uygurlar döneminde yerleşik hayata geçmişlerdir. Bu gelişmeler sonucunda Türklerde mimari gelişmiş, şehircilik ve şehir kültürü ortaya çıkmıştır. Türk devletlerinde sosyal hayat sınıfsızdı. Başarılı olan bir kişi en üst görevlere kadar çıkabilirdi. Ayrıca Türklerde kölecilik anlayışı yayılmamıştır. Elverişli bölgelerde tarım faaliyetleriyle uğraşılmıştır. Türkler arpa, buğday ve darı gibi tahılları yetiştirmişlerdir. Yenilgiye uğratılan ve egemenlik altına alınan ülkelerden alınan yıllık vergiler ve halktan toplanan vergiler Türk ekonomisine destek olmuştur. Türkler yakın komşularıyla yoğun ticari ilişkilerde bulunmuşlar, ticaret yaptıkları ülkelere canlı hayvan, konserve et, deri, kösele, kürk ve hayvani gıdalar satmışlardır. Türklerin yaşadığı topraklardan geçen İpek ve Kürk Yolları Türk devletlerine önemli ölçüde gelir sağlamıştır. Genellikle göçebe hayat tarzı hakim olmuş. Hayvancılık oldukça gelişmiştir. Uygurlardan itibaren yerleşik hayata geçilmiş. Yerleşik hayata geçildikten sonra tarım alanında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Halk arasında tabakalar, sınıflar oluşmamıştır. Esir ve köle olayı Türkler arasında hiç bir zaman gelişmemiştir. Din adamlarının, diğer toplumlarda olduğu gibi imtiyazlara sahip değillerdi. Halk hürdü. Türklerde ad koyma! Eski Türkler cocuklarina ad koymayi cok önemli bir olay kabul ederlerdi. Cocugun adi ile alin yazisi arasinda bir bag olduguna, sanki cocugun ismi, onun ruhu gibi bir sey sayildigina inanilirdi. Genellikle isim koyma eski Türklerde bir törenle yapilirdi. Cesitli kabile ve boylara degisiklil gösteren bu törenlerden bazilari söyledir: Yenisey kiyilarinda yasayan Shaman dinine bagli, Beltir ve Kaybol Yemekten sonra cocugun babasi, ya da ebesi; misafirler arasindaki boy baskanina , saygideger taninmis bir misafire veya boyun dini lideri olan Shamanina dönerek cocuga bir isim vermesini rica ederdi. Böylece cocugun ilk adi konulmus olurdu. Cocuga konulacak bu isimde, koyan kisi ugurlu ve yakisan bir isim olmasina dikkat ederdi. Nitekim cocuk sürekli hastalanirsa Türklerinde isim koyma töreni cocugun dogumundan bir kac gün sonra yapilirdi. Baba akrabalarina, yakinlarina ve dostlarina kendi durumuna göre bir ziyafet senligi düzenlerdi. Bu senlikte cocugun ebesi de bulunur ve ev sahibi gibi davranarak misafirlere yiyecek ve iceceklerini o dagitirdi." ADI AGIR GELDi " diye du isim degistirilirdi. Adi degistiren kimseye de, mendil, cevre, peskir ve bunun gibi baska nesneler hediye edilirdi. isim koyma isi bittikten sonra ebe, birer birer misafirlere önünden gecerek, onlarin cocuga getirdikleri "diş" ismi verilen hediyeleri toplar ve götürüp besigin üstüne koyardi. Altay Türklerinde cocugun adini babasi verir ve bu ad cogu kez, dogumdan sonra eve ilk giren misafirin adi olurdu. Cocuga ad olarak dogumdan hemen sonra söylenen ilk sözün verildigide görülmüstür. Balta, Kilic, Konuk ya da Güvercin vs. gibi. Altay ve Yenisey Türklerinin bir dönemde özel adlar tasimadiklari anlasilmaktadir. Bunlar bu dönemde ya kabilelerin adini tasiyorlar veya cocuk adsiz gezerdi. Bir diger deyimle cocugun adi " ADSIZ" olurdu. Ancak üstün yetenek ya da bir savasta yararlik göstermis olanlar özel ad tasimak ayricaligi kazanabilirlerdi. Bu durum Dede Korkut Öykülerinde de acikca görülmektedir: Dede Korkut hikayelerinde kahramanlarinadini veren Korkut atadir. Ana ve babanin verdigi isim gercek ad degildir, gecici addir. Kahraman gercek ismini avda veya savasta bir yararlik , bir kahramanlik gösterdikten sonra alir. Dirse Han oglu, karsisina cikan bir boga ile dövüsüp onu öldürdükten sonra "Bogac" adini almistir. Bamsi Beyreke , bezirganlarin malini soygunculardan kurtarmasi üzerine bu ad verilmistir. Cocugun yaptigi kahramanligin, isim almasini hak ettirecek sekilde büyük bir yigitlik olup olmadiginin herkesce kabul edilmesi sarttir. Oymagin reisi veya kami tarafindan verilen bu gercek ismi alan yigit, boyun üyesi ilan edilirdi. Türk destanlarindan anlasildigina göre, boyun yigitleri, savas atini da bu isim alma töreninde aliyorlarmis. iste busebepten dolayi bindigimiz ve bildigimiz "at" kelimesi ile, isim anlamindaki "ad" ayni kelimenin degisik anlam ve söylenis biciminde kullanilmasidir. Nitekim destan kahramanlari, hep atlariyla birlikte anilmaktadirlar. Bozaygurlu Bamsi Beyrek , Konuratlu Salur Kazan, Akatlu Ay Bagatur vs. gibi. Yakut Türklerinde isim koyma konusunda eski geleneklerini az cok degisik bicimde sürdürmektedirler. Bunlar cocuga ilk ve igreti adini dogumdan üc ay sonra, asil adinida cocuk yay basip ok atmaya baslayinca verirler. Kirgizlarla Kazaklarda cocugun ismi on bes günlük olunca verilirdi. Cogu kez ad, dogum sirasinda gecen bir olaydan, yapilan bir isten kaynaklanarak secilir veya eve ilk gelen misafirin adi verilirdi: Konukgeldi, Kipcakgeldi, Cuci gibi adlar böyle verilmis adlardandir. Eski Türklerde cocuklarina dogduklari sirada gördükleri nesnelerin veya o günlerde olup biten önemli bir olayin adini verdikleri de görülürdü. Saldiran düsmani yendikleri sirada dogan cocuklara: YAGIBASTI, YAGIGELDi, KURTULMUS gibi; günes dogarken dogan cocuklara: Gündogdu, Akkuyas, Güngördü, Akgün gibi; koyunlarin agilina kurt saldirdigi gece dogan cocuklara: Kurt , Kurtgeldi, Kurtbeg, Börübay gibi adlar koyulurdu. Bundan baska, cocuklari yasamayan aileler, gelenek olan bir inanca göre, cocugun ismi ile oyun hayati ve kaderi arasinda yakin bir ilgi olduguna inandiklarindan, cocuklarina: Yasar, Binyasar, Ölmez, Dursun, Durdu, Tavsan, Kurc (Celik) gibi adlar verirlerdi. Yine kötü ismi olanlardan ölüm melegi nefret eder de gelmez düsüncesiyle kötü adlar koymak adetleri de vardi. Kazaklarin anlattigina göre, evladi yasamayan Cepisbay Aga, ogluna, evimize Azrail gelmesin diye " Rus " ismini vermistir. Altaylarda da önceki cocuklari ölmüs olan aileler, yeni dogan cocuguna mümkün mertebe kötü ad takarlardi: itgötü, Köpek, italmaz, Domuz, Balcik gibi. Eski Türklerin bir baska adetine göre, cocuk yasasin diye ebe tarafindan babasina satildigi olurdu. Cocuk dogar dogmaz ebe cocugu kucagina alarak disariya cikarir ve onu güya babasina satardi. Babasi da satin aldigi cocuguna erkekse Satilmis, kiz ise Sati adini verirdi. Zamanimizda bu gibi isimler genellikle bir evliyaya adanmis ve satilmis olarak kabul edilen cocuklara konuldugu görülmektedir. Baskalarida satis bedeli olarak babanin ebeye, cocugun agirliginca demir verdigi söylenir. Bu gelenek Cuvas Türklerinde, ebe cocugu Shamana verir ve cocugu babasina Shamanin satmasi seklinde olurdu. Shaman cocugu alarak babasina gelirve: Cöplükte bir cocuk buldum, satacagim. der. Baba , Shamanin istedigini vererek cocugunu satin almis olur ve artik yasayacagina inanirdi. Cocugada süprüntüden gelme "Süppü" ismi verilirdi. Ünlü arkeoloji bilgini Kalksendi, MISIRda basilmis "Subhul asas" isimli kitabinda Türk adlari hakkinda su bilgileri vermistir: "Türkler gördükleri, bildikleri güclü ve bahadir canlilarin adlarini alirlardi. Bunlari cocuklarina isim olarak secerken özellikle begendikleri Boga adini cokca kullanirllardi. Boga adinin basina ve sonuna ekler veya baska adlar getirerek yeni adlar üretirlerdi. Eklendikleri ismin de bir hayvan adi olmasinacalisirlardi. Mesela Tayboga gibi. Boga adina hayvan yerine bir tabiat olayi ya da nitelik gösteren bir sözcükde katilabilirdi: Yelboga, Benekliboga gibi. Bir maden adi katilarak yapilan Gümüsboga, Altunboga, Demirboga gibi isimler de bu türdendir. Türkler "Demir" adinida sever. Belki Ergenekon Efsanesinden etkilenerek demirde adeta kutsallik ararlardi. Bu yüzden de Demir, isim olarak tek basina cok kullanilmaktan baska, önüne veya arkasina ekler ulayarak pek cok isim meydana getirilen kelimelerden biridir. Türkcede Demirle baslayan elliye yakin birlesik isim vardir. Arslan, Deniz, Gök gibi sözcüklerde Türklerin cok sevdikleri ve bilesik ad ürettikleri kelimeler arasindadir. Arkeoloji bilgisini aciklamasina söyle devam ediyor: Bilinmelidirki cogu kez Türkl askerinin ismi Seyfeddin, yani dinin kilicidir. Cünkü, Türklerdeki kuvvet ve siddet ile kilicin ilgisi vardir. 13. ve 14. yüzyillarda Hindistanda egemen olan Türkler de isimle ilgili bütün geleneklerini korumuslardir. Bu yüzyillarda Türkler arasinda en cok rastlanan isimlerin basinda sunlar gelmektedir: Kutlu, Aybeg, Alphan, Tugluk, Küclü, Arslanatar, Bugrahan, Tugrul ve iltutmus. Eski Türklerde var olan bu geleneklerden bir cogu zamanimizda halk arasinda bilerek veya bilmeyerek devam etmektedir. Eski Türklerde Sosyal Yapı Avrupa cemiyetinin ortaçağdaki farklı sınıflara ayrılmış halini göz önüne getirdiğimizde Türk cemiyetinde hangi özellikleri arayacağımız ortaya çıkıyor. Bazı araştırmacılar tarafından, asaletini evladına devreden Senyörler, Türk beylerine benzetilmiş, Senyörler arasındaki mevki farkları ile Türklerdeki "Orun-Ülüş" telakkisi arasında münasebet kurulmağa çalışılmıştı. Böylece eski Türklerde bey'lerin asiller sınıfını meydana getirdiği söylenerek Türk toplumunun da farklı sınıflardan meydana geldiği iddia edilmiştir. Sosyal yapı bakımından Feodal Avrupa için dahi kölelik, esas unsur olarak kabul edilmeyip bütün ağırlık toprak köleliği diyebileceğimiz "Serfliğe verildiğine göre, biz de bu yolu takip ederek esas ağırlığı "serflik" üzerinde toplayacağız. Lawrence Krader, Orta Asya'daki sınıfların ve politik birliklerin Avrupa'daki şekilden farklı olduğunu söylemektedir. Yine aynı müellife göre bu farklar, Türk devletlerinin teşkilatlanma şeklini feodal teşkilat şeklinden uzaklaştıran farklardır[3]. Krader'in orta Asya'da gördüğü sınıfları kimler meydana getiriyordu? Bunlar farklı sosyal sınıflar mı idi? Yoksa pek çok kişinin yaptığı gibi her ayrı özellik, farklı haklara sahip bir sınıf teşkili için kafi görülerek mi bu sonuca varılmıştı. Bildiğimiz gibi sınıf, aynı statüde bulunan fertlerin yani aynı sosyal hayat tarzını paylaşan fertlerin meydana getirdiği sıralanmaları gösteren bir kategoridir[4]. Sınıfların meydana gelmesi için gerekli olan statü ise bir ferdin toplum içinde işgal ettiği yer olup; a) Erişilen yani başarı yolu ile kazanılan statü ve b) Verilen statü olarak ikiye ayrılmaktadır[5]. Burada Avrupa'daki Senyörlerin durumunu göz önüne getirmekte fayda vardır. Senyörler, genellikle ikinci şekil (verilen) statüye sahip idiler. Fakat bazen kazanılan statü durumu da görülüyor. Mesela 1323'de Banus Stephan, kendisine Bulgar hanının zevcesini getirdiği için Grgur Stipançiç'e beş köyü timar olarak vermişti. Stipançiç'in timarı ona kazanılan bir statü vermesine rağmen onun timarı, oğullarına geçmek üzere verildiği için Stipançiç'den sonrakiler ikinci türden bir statüye sahip olmuşlardı. Senyörlerin büyük çoğunluğu haksız olarak aslında hak etmedikleri halde büyük arazilere sahip oldukları için[8], verilen statü'yü işgal ediyorlardı. Feodal sınıflı cemiyette geniş araziye sahip olmak, askerliği meslek edinmek veya ruhani zümreye mensup olma özelliklerini görmüştük. Bu üç şart, merhum Kafesoğlu'nun belirttiği gibi yüksek tabakaların teşekkülünde rol oynayan en önemli şartlardır. İktisat bahsinde daha ayrıntılı olarak göreceğimiz gibi, eski Türklerde ziraat umumi iktisadiyat içinde pek az bir yer tutuyordu. Esas ağırlığı hayvancılığın meydana getirdiği İslam öncesi Türk Devletleri'nde, toprak pek ehemmiyetli olmadığından büyük malikaneler ve bu malikanelerin etrafında bir toprak aristokrasisi görülmez. Mülkiyet bahsinde daha açık olarak göreceğimiz bazı özellikler, çiftçilerin bir kudretliye sığınarak topraklarını da ona devretmesi neticesini önlemiştir. Çiftçi veya ailesi yahut da arazisi bir dış tehlikeye maruz kaldığı zaman boy beyi işe karışırdı. Çünkü her bey, kendi boy'unun menfaatlerini korumağa mecburdu. Vazifesinin karşılığını halktan vergi veya angarya hizmetler şeklinde alması için hiç bir yetkisi yoktu. Hükümdarlıktan da üstün olan "Töre", bey'in beyliğini, kağan’ın kağanlığını her an elinden alabilirdi. Çünkü en mühim işlerden birisi, töre'nin tüz (düz, iyi) tatbik edilmesi idi. Türk töresi, aynı tüz'lük ilkesi ile halkın farklı hak ve imtiyazlara sahip sınıflara ayrılmasına da engel teşkil ediyordu. Böylece Töre'nin halkın sömürülmesine mani olması, iktisadiyatta toprağa bağlı olunmaması, ve askerliğin Türkler arasında ayrı bir meslek olarak sayılmaması, her Türk'ün aynı zamanda iyi savaş terbiyesi almış bir muharip durumunda olması, Türk cemiyetinde bir zengin, asil ve asker sınıfının ortaya çıkmasına mani olmuştu. Askerliğin bir meslek sayılmaması, aynı zamanda halkın menfaatine uygundu. Çünkü eski Türklerde paralı askerlik bulunmadığından Türk beyleri komutan ve Türk halkı da onun askeri idi. Akınlar ve galibiyetler, halka ganimet sağladığı için sıkı bir disiplin ve bey-halk ilişkisi ortaya çıkmıştı. Bu ilişki ortadan kalktığı zaman ne başarılı akınlar ve ne de devlet, ortada kalmayacaktı. Eski Türk devletleri, siyasi mahiyette olup, dini mahiyet taşımadığı için din adamları imtiyazlı bir sınıf teşkil etmezlerdi. Zaten Türk cemiyet yapısının esas vasıflarından birisi, imtiyazlı sınıfların bulunmaması idi. Türk devletlerinde herkes çalışkanlığına ve kabiliyetine göre yüksek makamlara çıkabilirdi. Hatta zaman zaman halk içinden gelmiş olmak, Han'lık tahtına oturmaya bir engel teşkil etmiyordu[16]. Kutadgu Bilig'de gördüğümüz "Hizmetkar zenginleşirse Bey nam kazanır ve bu namı dua ile ebedi kalır. "sözleri, bey'lik hakkını kazananların maiyetlerinde bulunan kişilerin refahı ve zenginleşmeleri için çalışması gerektiğini ve ancak bu şekilde kendi namlarını yürütebileceklerini göstermektedir. Demek ki bey'ler, başkalarının sırtından geçinerek değil refahıyla sorumlu oldukları halkın zenginleşmesiyle ancak itibar kazanabiliyorlardı. Birçok Rus ve Avrupalı tarihçiyi Türklerin farklı haklara sahip sınıflardan müteşekkil olduğu şeklinde bir fikre sahip kılan sebeplerden birisi de eski Türk abidelerinde görülen "Kara kemikli budun" tabiri[18] idi. Fakat son araştırmalar ile kara kemikli budun tabirinin halk'ı ifade ettiği ancak, halkı alçaltacak bir özelliği bulunmadığı yani halkın adi insanlar olarak görülmediği[19], kara tabirinin aslında alçaltıcı değil aksine büyük, kudretli, saygıdeğer bir seviyeyi ifade ettiği anlaşılmıştır. Bu tabirin asalet sınıfının altındaki bir adi tabakayı belirtmekten değil "asıl büyük kalabalık, budun" teşekkülünü ifade etmek zaruretinden doğduğu anlaşılıyor[20]. İkinci bir mesele de Orun-Ülüş telakkisidir. Türk devletleri'nde resmi yemeklerde ve toplantılarda görülen bu telakki, Avrupa'daki feodal soyluluk statülerine benzetilmiştir. Bilindiği gibi Avrupa'da feodal Senyörler, asalet sırasına göre derecelenirler ve birbirleri ile münasebetlerinde bu asalet derecelerini göz önünde tutarlardı. Senyörlerin aralarındaki bu mevki farkı, devlete karşı olan hizmetlerine göre ayarlanmaktan ziyade onların iktisadi kudretlerine bağlı idi. Türk devletlerinde ise meclis toplantılarında, resmi yemeklerde hangi boyun nereye oturacağı, etin hangi kısmını yiyeceği, töre hükümlerine göre tespit edilirdi. Kağanlar, keyfi arzularına göre boyların veya boy beylerinin orun'larını değiştiremezlerdi. Topluluğun içindeki herkesin ülüş'ü (pay) de aynı şekilde töre hükümleri ile tespit edilirdi. Bir kimsenin ülüş hakkı, başarısıyla yükselebildiği gibi başarısızlığıyla da düşebilir ve hatta tamamen kaybolabilirdi Meclislerde ve ziyafetlerde kişilerin oturacakları yerleri yani orunlarını gösteren "Yasavul" ve "Bökevul"lar bulunurdu. Yasavul veya bökevulların yanlış hareketleri veya ihmalleri sonucunda bir kabileye kendi orunundan aşağısı gösterilirse, o kabile, hakkı olan orun'unu ister ve icap ederse kavga eder, özür dilenmezse buna sebep olan kabileye düşman olarak toplantıyı terk ederdi. Orun-ülüş telakkisinin harp sonlarında ganimet dağıtılırken de ortaya çıktığını söyleyen A. inan'ın fikrinin yanlış olduğunu söyleyen İ. Kafesoğlu, bunun ancak Moğollar zamanı için geçerli bir tespit olabileceğini bildirmektedir[25]. Asya'da orun ve ülüş telakkisinin son devirlere kadar yaşadığı görülmektedir. M. F. Gavrilov, Özbeklerde ve L. P. Potapov'da Altaylarda orun ülüş telakkisinin milli adetlerde halen yaşadığını tesbit etmişlerdir[26]. Memleketimizde de bugün dahi Gaziantep Barak’ları, Siverek Karakeçilileri, Ege ve Akdeniz kızılbaş Türkmenlerinde değişik şekillerde yaşadığı belirtilenbu telakkinin hiç bir zaman sınıf farklılıklarını gösteren özelliklere sahip olmadığı açık olarak görülmektedir. Dingeldest ve Krader'in kabul ettiği gibi herkes kendini kendi atasından beri soylu sayar. Herkes, atası ile öğünür. Yalnız aralarında bir öncelik veya üstünlük hakkı vardır. Bu da ziyafetlerde et kesmek ve et ülüşmekle ortaya çıkar]. Eğer resmi yemeklerde herkesin her istediği yere oturamadığı, herkesin yerinin belli olduğu bu toplantıları, feodal Senyörlerin asalet zincirine benzetirsek, günümüzde modern devletlerde de protokol ve rütbelerin kesinlikle belirlendiğini ya görmezlikten gelmeliyiz ya da bu modern devletleri de feodal sayıp memurları da Senyörlerin yerine koymalıyız. Her iki durumda da yanlış bir sonuca varacağımıza göre, Türk Devletlerindeki resmi toplantılarda beylerin ve boyların mevki ve pay anlayışının feodal sistemle alakası olmadığını kabul etmemiz gerekecektir. Zaten Türk beylerinin hiç bir yönüyle feodal Senyörlere benzemediğini de daha önce görmüştük. Eski Türkler, iktisadi hayatlarını asıl olarak hayvancılığa dayandırıyorlardı. Ziraat, pek önemli bir yer tutmuyordu. Bu yüzden de büyük malikaneler ve bu malikanelerde çalışan serf'ler, Türk Devletleri'nde yaşama imkanı bulamamıştır[29]. Fakat Hunların Çin ile yaptıkları savaşlarda elde ettikleri esirleri memleketlerine getirerek tarlalarında köle olarak kullandıkları[30], sürülere bu kölelerin baktıkları söylenmektedir. J. Deer, göçebe olarak gördüğü Türk Devletleri'nin bir imparatorluk haline geldiği zaman kölelerin ve yabancıların üzerinde yükseldiğini ve bu kölelerin de köleleri, cariyelerin de cariyeleri bulunduğunu söyleyerek imparatorluğun büyüklüğünü köle sayısıyla ölçecek kadar emin görünüyor[32].Bu tarihçileri Türklerde kölelik meselesinde bu kadar emin konuşmaya sevk eden nedir?, Gerçekten de Türklerde kölelik ve serflik var mıydı? Yukarıda sınıf mücadelesine yer verilmeyen bir sosyal yapıya sahip olduğunu gördüğümüz Eski Türk Devletleri, bu sosyal yapı içinde kölelik ve serfliğe yaşama imkanı vermiş miydi? Hunların harp esirlerini köle olarak kullandıkları bilinmektedir. Fakat bu köleler nasıl bir statüye sahiptiler? Toprağa bağlı yani serf hükmünde mi idiler? Bu kölelerin sayıları ne kadardı? soruları aklımıza geliyor. Köle kelimesine Orhun kitabelerinde ve eski Türkçe yazılı diğer kaynaklarda rastlanmamıştır. Kitabelerde geçen ve bazı tarihçiler tarafından köle manası verilen kul kelimesini[33]., köle değil ancak, siyasi ve medeni bazı haklarını kaybeden kişiler için kullanmak lazımdır. Çünkü Türk Devletleri'nde esirlerin gerçek manası ile mülkten ve haktan mahrum köleler olmadıkları, ancak bazı siyasi ve medeni haklarını kaybettikleri anlaşılmaktadır[34]. Tabgaçlarda ve iç Asya Uygurlarında köleliğin asli Türk bölgelerinde değil, Çin ve iç Asya sahasında görülmüş olması da Türk idaresinin halkça yadırganmayan sosyal ve hukuki kaidelere dokunmamasına bağlı olmalıdır[35]. Hunların savaş esirlerini köle olarak çalıştırdıklarını kabul edecek olursak karşılaşacağımız bazı tarih kayıtları, bizi bu fikirden caydıracaktır. Mesela: "Asya Hun Kağanı Hu-han-yeh, Çindeki Han hanedanının Yüan adlı imparatoruna bir mektup göndererek sınırlarda oturan Çinli askerlerin kaldırılmasını rica etmiş ve bunun üzerine imparator'un danışmanı Hou-ying, imparatora şöyle söylemişti: "Bizim sınırlarımız içinde yaşayan köleler, pek sıkıntı çektiği için Hsiung-nu'lara (Hun) kaçmak isteyenlerin sayısı pek çoktur. Onlar, Hsiung-nu memleketinde insanların ızdırapsız ve zahmetsiz yaşadıklarını duyduklarını fakat sınırdaki bekçi teşkilatının pek sıkı olduğundan dolayı Hsiung-nu topraklarına kaçamayacaklarını söylüyorlar. Fakat buna rağmen onlar, sık sık sınırlarımızdan dışarı kaçmaktadırlar."[36] şeklindeki vesikada Çinli danışman, bize Çin'deki kölelerin Hun memleketine rahat etmek için kaçtıklarını böylece bildirirken, daha sonraki asırlarda kurulan Avrupa Hun Devleti hakkında da buna benzer bir kaynak bulunmaktadır. Bu kaynakta yer alan habere göre, Attila'nın başkentinde bir Bizanslı, Bizans'ta insanın baskı altında tutulduğunu, kanunların tatbik edilmediğini, Hun memleketinde ise hür olduğunu ve korkusuzca yaşadığını söylüyordu. Bu Bizanslı savaş sırasında Hunlara esir düşmüştü[37]. Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki İslam öncesi Türk Devletleri'nde sosyal sınıf farkları ve çatışmaları görülmüyor. Bey'ler, bir asilzade sınıfı meydana getirmediği gibi toprak köleliğine (serflik) ve şahsi köleliğe fırsat verilmemiştir. Bozkır Türk devletleri, öyle bir yapıya sahipti ki Çin’deki köleler, hürriyet ülkesi olan Asya Hun topraklarına kaçıyorlardı. Eski Türk Devletlerinde fakirlerin çoğunu çalışabilenlerin değil de sakat ve yetimlerin meydana getirmesi, oldukça ilgi çekicidir. Zira sınıf eşitsizliğine dayanan toplumlarda asiller en zengin, köylüler ve köleler ise her zaman en fakir tabakaları meydana getirmişlerdir. Türklerde ise başlıca fakir tabakaları şunlardı:

5-YAZI, DİL VE EDEBİYAT: Türkler tarih boyunca Göktürk, Uygur, Soğd, Brahmi, Süryani, Arap, Kiril ve Latin alfabelerini kullanmışlardır. Göktürk (Orhun) Alfabesi: 38 harften meydana gelir. Göktürk yazısına ilk defa Orhun Nehri kıyısındaki kitabelerde rastlandığı için ORHUN ALFABESİ de denir. Uygur Alfabesi: 18 harften meydana gelir. Uygurlar bu alfabeyi Soğd alfabesinden yararlanarak hazırlamışlardır. Başlıca Türk Destanları: 1- Hunların (Oğuzların) Oğuz Kağan Destanı 2- İskitlerin (Saka) Alper Tunga Destanı 3- Göktürklerin Ergenekon Destanı 4- Uygurların Göç ve Türeyiş Destanları 5- Kırgızların Manas Destanı Orhun Yazıtları (Göktürk Kitabeleri): Türklerin en eski kitabeleri VI. yüzyıla ait YENİSEY kitabeleri ile, VIII. yüzyıla ait ORHUN KİTABELERİ'dir. Yenisey kitabeleri Kırgızlar'ın mezar taşlarına yazdıkları yazılardı. Orhun Kitabeleri II. Göktürk Devleti zamanında Bilge Kağan, Kültigin ve vezir Tonyukuk adlarına dikilmişlerdir. YOLLUĞ TİGİN isimli bir Türk prensi tarafından yazılmışlardır. Bu yazılar 1893 yılında Danimarkalı Bilgin THOMSEN tarafından okunmuştur. Orhun Yazıtlarının Önemi: a- Türk Tarihinin ve Türk Edebiyatının ilk yazılı belgeleri olmaları bakımından önemlidir. b- Bu kitabelerden Türklerin o günkü yaşayışlarını, inançlarını öğreniyoruz. Ayrıca kitabeler gelecekteki Türk Milleti içinde çarpıcı öğütler vermesi bakımından önemlidirler.

DİL VE EDEBİYAT: *Türkler Tarih Boyunca Hangi Alfabeleri Kullanmışlardır? - Göktürk alfabesi 38 harflidir.(Kutluk Devleti kullandı) - Uygur alfabesi 22 harflidir. - Arap alfabesi ( İslam dinine girdikten sonra Karahanlılar,Selçuklular,Osmanlılar vb.kullandılar) - Soğd alfabesi - Latin alfabesi *Tarih Boyunca Türk Destanları Hangileridir? Sakalara(İskitler) -------- Alper Tunga Destanı Asya Hunlarına ait ------- Oğuz Kağan Destanı Göktürklere ait ------- Ergenekon( Bozkurt) Destanı Uygurlara ait -------- Türeyiş ve Göç Destanı Kırgızlara ait -------- Manas Destanı Not: Oğuzların düşmanlarıyla olan mücadelelerini anlatan Dede Korkut Hikayeleri eski Türk edebiyatının önemli bir eseridir. • Orta Asya Türklerinin “On İki Hayvanlı Türk Takvimi” kullandıkları bilinmektedir.

6-BİLİM VE SANAT: Türkler 1 yılı 365 gün 6 saat olarak hesaplayarak, 12 hayvanlı Türk Takvimini oluşturmuşlardır. Uygurlar tahta harflerden matbaayı ve pamuktan kağıdı yapmışlardır. Madencilikte özellikle de demircilikte ileri gitmişlerdir. (Kazakistan'ın başkenti Alma Ata yakınlarında bir kurgandan çıkarılan "Altın Adam Heykeli" Türk maden sanatının ne kadar geliştiğini gösterir.) ALTIN ELBİSELİ ADAM Bir Türk tiginine ait ve her şeyi saf altından olan elbisenin dünyada eşi yok... 1970 yılında, Kazakistan'da Alma-Ata'nın 50 km. kuzeyinde bulunan Esik kasabasında, garaj yapmak ve yol açmak için alçak bir tepenin düzeltilmesine karar verildi ve kazı başladı. O tarihe kadar o alçak tepenin bir höyük olduğunu kimse bilmiyordu. Çevrede eski kalıntılar da yoktu. Kazı yapılırken kullanılan araç büyük bir kayaya çarptı, işçiler, kayayı parçalamak için üzerini örten toprakları kürekle açtılar ve bunun işlenmiş bir kaya olduğunu gördüler. Durum, ilgili resmî makamlara bildirildi ve inceleme yapan arkeologlar tarihi bir eserle karşılaştıklarını gördüler. O tepe bir höyüktü, büyük bir mezarın üzerine yığılan kum tümsek idi. Höyüğü açan arkeologlar muhteşem bir mezarla karşılaştılar. Bu, bir lâhid değil, Mısır piramidlerindeki firavun odasını andıran, her tarafı kapalı, süslü kayalarla yapılmış bir oda idi. Bu odayı itina ile açtılar ve asıl şaşkınlık o zaman oldu. Çünkü, bu ölü odasının içi pırıl pırıl altın eşya ile doluydu. Altın olmayan eşyalar da çoktu. Eşya ve binalarda HAYVAN USLUBÜ denilen, hayvan figürlerini kullanmışlardır. HALI Türklerin Dünya medeniyetine bir katkısıdır. (Altaylarda Pazırık Kurganı'nda bulunan halı dünyanın en eski halısıdır.) Eski Türklerde yazılı hukuk yoktu. Türklerin âdet, gelenek ve göreneklerinden oluşan yazısız hukuka “töre” (türe) denilirdi. Bununla beraber, törenin anayasa niteliğinde, adalet, eşitlik ve iyilik gibi değişmez ilkeleri vardı. Uygurlarla birlikte hukuk daha sağlam ve şekilci bir nitelik kazanmıştır. Ticaret hayatının gelişmesi, kişiler arasındaki ilişkilerin “kanıtlanabilir” nitelikte olmasını gerektirdiğinden yazılı ve tanıklı sözleşmeler önem kazanmıştır. Türklerin ceza işlerinin kesin hükme bağlanması ve devlet tarafindan takip edilmesi toplumda ''kan gütme'' geleneğinide engellemiştir.

7-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN ÇEVRE KÜLTÜRLERLE MÜNASEBETLERİ:
1)- Türklerin Çin Kültürüne Katkıları: a- Askerlik alanında b- Devlet Teşkilatında c- At kültüründe(Atı evcilleştirmede) d- Gök Tanrı inancıyla... Çinlileri etkilemişlerdir.

2)- Çinlilerin Türkleri Etkilediği Alanlar: a- Tarım ve yerleşik kültür b- Felsefe( Taoizm, Konfiçyüs ve Budizm) c- Giyim ... konularında Çinliler Türkleri etkilemişlerdir.

3)- Türklerin Moğol Kültürüne Katkıları: a- Askerlik alanında, b- Devlet teşkilatında , c- Dil ve Alfabede (Uygurca ve Uygur Alfabesini kullandılar.), d-Kımız yapmayı öğrettiler, e-Türk Töresi ve geleneklerinden, f- Gök tanrı dininden etkilendiler.

8-HUKUK: İslamiyet öncesinde kurulan Türk devletlerinde yazılı hukuk kurallarına rastlanmaz. Türklerde yazılı olmamakla beraber, gelişmiş bir hukuk anlayışı vardı. Bu hukuk kurallarına TÖRE(Türe) denilirdi. Hükümdarın başkanlık ettiği ve siyasi suçlara bakan yüksek mahkemeye YARGU adı verilirdi. YARGANLAR(Yargucu) idaresindeki mahkemeler ise adi suçlara bakarlardı. HUKUK: Türklerde yazılı olmamakla beraber, gelişmiş bir hukuk anlayışı vardı. Bu hukuk kurallarına TÖRE(Türe) denilirdi. Hükümdarın başkanlık ettiği ve siyasi suçlara bakan yüksek mahkemeye YARGU adı verilirdi. YARGANLAR(Yargucu) idaresindeki mahkemeler ise adi suçlara bakarlardı. 9-EKONOMİK HAYAT Bozkır kültürünün bir sonucu olar Göçebe bir hayat yaşayan Türkler belirli iki merkez arasında (yaylak-kışlak) hayatlarını sürdürürlerdi. * Hayvancılık temel geçim kaynağıydı. Koyun, keçi, at en çok beslenen hayvanlardı. Bunun dışında sığır, katır ve deve de yetiştirilirdi. Beslenme ve giyimde hayvan ürünlerinden yararlanır ve bunları satarak geçimlerini sağlarlardı. * Tarım da gelişmişti. Arpa, buğday, darı gibi tahılları yetiştiriyorlardı. * Savaşlarda elde edilen ganimetler ve devletlerden alınan vergiler gelir kaynaklarıydı. * Ticaret önemli bir gelir kaynağıydı. Türk ülkeleri İPEK YOLU üzerindeydi. NOT: Çin-Türk mücadelesinin temel nedeni İpek Yoluna hakim olmaktı. * Ayrıca Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayıp, Ural, Sibirya ve Altaylar üzerinden Çin'e giden yola KÜRK YOLU deniliyordu. Türkler bu yolun üzerinde de olduklarından sanar, samur, kunduz, vaşak gibi av hayvanlarının kürklerinin ticaretini yapıyorlardı.

'Çalışmadan,Öğrenmeden,Yorulmadan,rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler;evvela haysiyetlerini,sonra hürriyetleri ni ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar… ATATÜRK

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol