İÇİNDEKİLER

LİSE:4
=> TÜRK BAĞIMSIZLIK SAVAŞI(1919-1922)
=> TÜRK DEVRİMLERİ
=> ATATÜRK İLKELERİ
=> ÇTDT:İSMET İNÖNÜ
=> Bilim ve Teknoloji(20.Yüzyıl)
=> CUMHURBAŞKANLARIMIZ VE BAŞBAKANLARIMIZ
=> TEST-İnkılap Tarihi
=> ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ
=> ÇTDT-KRONOLOJİ(DÜNYA)
=> Cepheler(Konu+Test)
=> TEST(ÖSS-Osm)
=> 150’LİKLER
=> 1923-1950 ARASI GELİŞMELER
=> 1950-1960 ARASI GELİŞMELER
=> 1960-1971 Arası Dönem
=> 1971-1980 Arası GELİŞMELER
=> 1980 Sonrası Gelişmeler
=> YORUM
=> ORTADOĞU VE GELİŞMELER
=> Cemiyet-i Akvâm
=> Kıbrıs Barış Harekatı
=> MEHMET ORHAN EFENDİ
=> 2. DÜNYA SAVAŞI
=> Kore Savaşı
=> AET
=> İran-Irak Savaşı(1980-88)
=> Körfez Savaşı(1990-91)
=> Arap-İsrail Savaşları
=> Kısa süreli savaşlar
=> TOPLUM ÇEŞİTLERİ
=> LİBERALİZM
=> BÜYÜK SANAYİ DEVRİMİ
=> 1.ÇTDT / Çalışma soruları
=> sınıf:1-2-3-4/soru-cevap
=> Dış Politika(1923-38)
=> 3.Dünya Ülkeleri
=> 2/soru-cevap
=> RUS DEVRİMİ
LİSE:3
İRFAN GEZER
LİSE:1
LİSE:2
Yeni sayfanın başlığı

ÇTDT / SORU-CEVAP ÇALIŞMASI

S.)Çağdaş Tarih Nedir?

C.)   “çağdaş tarih, bir tarih olmaktan çok bilgilerimizin bir kısmının basın-yayın yoluyla, bir kısmının da taraflı resmi açıklama lardan edinildiği bir tarihsel olaylar anlatısıdır. Bu bilgiler, bilimsel araştırmalara dayandıklarında bile, kaynakları  birbiriyle karşılaştırma olanağı sunarak, anlık heyecanları yatıştırıp, daha serinkanlı incelemelerine olanak veren geri çekilişten , geri çekilip olaylara şöyle bir uzaktan bakma fırsatından yoksundurlar. Şimdiki zaman geçmişe bağlıdır ve geçmiş kendinden önceki bir geçmişe dayanır.”

(jean-paul roux)

 

S.)Refah Olayı Faciası nredir?

C.) Refah Faciası (23 Haziran 1941)

2. Dünya Savaşı başlamadan İngiltere'ye sipariş edilen 4 denizaltı ve 4 muhripi teslim almak için yola çıkan Refah Şilebi batırıldı. Mersin Limanından Mısır'ın İskenderiye Limanına giderken gece vakti atılan bir torpido sonucu gemi sulara gömüldü. Gemide yaklaşık 150 kadar mürettebat bulunmaktaydı.


S.)Yo Yo Çılgınlığı Olayı Nedir?

C.) Yo Yo çılgınlığı (1932) Dünyayı etkiliyen "Yo Yo" oyuncağı çılgınlığı Türkiye'yi de sardı. Tahtakale dükkanları sadece yoyo imal edip, satmakla meşgul oldu Bütün dünyayı saran yoyo oynama merakı İstanbul'da da grip salgınlarından daha büyük bir hızla yayıldı. Yoyo oynayanlar, gazete okuyanların 30-40 katı arttı ve yoyo ticareti en çok kar getiren bir iş oldu. Beyazıt'tan Tahtakale'ye inen caddedeki 27 dükkan, takunya, merdiven parmaklığı, yaldızlı beşik, zilli tef yapmayı bırakıp İstanbul halkına yoyo oyuncağı yetiştirmeye çalıştı.Uzun

Çarşı atölyelerinde 15 günde yaklaşık 60-70 bin adet yoyo yapıldı.Yoyo, tahta birer diskin, eksenine bağlanan bir tel boyunca indirilip çıkarılmasıyla oynanır. Yoyo oyuncağının çıkardığı sesten bıkan İstanbul halkının şikayeti üzerine, 1933 senesinde belediye bu oyunu yasakladı.


S.) 21 Ağustos 1935’de Atatürk’e suikast düzenleyenler kimlerdir?

C.) Atatürk'e Suikast Planı Suriye'den Ataürk'e suikast yapmak üzere gizlice giriş yapan 5 kişi yakalandı. Olaya Urfa milletvekili Ali Saip Ursavaş'ın da dahil olduğu anlaşıldı. Suikasti Çerkez Ethem ve yandaşlarının planladığı ortaya çıktı.


S) 150'likler olayı nedir? (1 Haziran 1924)

C.) Türkiye Cumhuriyeti'nden Kurtuluş Savaşı sonrası sürgündüşman işbilirkçileri ve muhalifler listesine dahil olan Türk vatandaşlarının adıdır.Lozan Barış görüşmeleri esnasında Milli Mücadele aleyhine faaliyet gösterdikleri gerekçesiyle af kanunu dışında tutulan, 150'likler diye bilinen kişilerin listesi çıkartıldı. Bu kişiler sürgüne gönderildiler. 15 Haziran'da vatandaşlıktan çıkartıldılar. Yüzellilikler İçişleri bakanlığıLozan Antlaşması'nın bir maddesinde sürgün edilecek insanların sayısının 150'yi geçmeyecek şeklinde öngörmesi üzerine bu liste ilk önce 300 ardından da 149 kişiye indirilmiştir. 150’likler adı verilen ve 23 Nisan 1924Bakanlar Kurulu ve T.B.M.M.’nin oturumunda saptanan bu listeye 1 Haziran 1924Köylü Gazetesi" sahibi Refet Bey de eklenerek kesin şekliyle 150 kişi olarak kabul edilmiştir. edilen tarafından oluşturulan ilk liste başlangıçta 600 kişiden oluşmakta idi. Ancak tarihinde tarihindeki kararla "

 S.)150’likler ne zaman affedilmişlerdir?

C.)

150'liklerin affı (29 Mayıs 1938)

150'likler diye bilinen ve vatana ihanetle suçlanmış çeşitli kişilerin affı Cumhuriyetin 15. Yılı dolayısıyla af kanunu kapsamına alındı.

     28 Haziran 1938 tarihinde, 150'liklerin yurda girmelerini engelleyen yasa kaldırılsa da başta Çerkez Ethem olmak üzere pek çok muhalif ve saltanat taraftarı geri dönmemiştir. Günümüzde bile bu listenin 600 kişilik hali açıklanmamıştır.

 

S.) Ekrem Köning Olayı (Ocak 1939)Nedir?

C.) Ekrem Köning Olayı (Ocak 1939)

Türkiye Cumhuriyeti'nin adını sahte belgeler kullanarak zora sokan Ekrem Köning'in dolaplarını ortaya çıkaran mahkemedir. Köning Kanada'dan Türkiye için 50 uçak alınacakmış gibi gösterip, bu uçakları İspanyol milliyetçilerine satmıştı.


S.)Pearl Harbor Baskınının ne zaman ,kim tarafından nereye yapıldı?nNedeni ve sonuçları nelerdir?

C.) Japonya'nın II. Dünya Savaşı'nda (7 Aralık 1941) Oahu adasındaki (Hawaii) Pearl Harbor'da bulunan ABD'nin deniz üssüne düzenlediği saldırı. Saldırı savaşta tarafsız kalmak isteyen ABD'nin savaşa girmesine neden olmuştur.

       Japonya'nın, İkinci Dünya Savaşı başladığında Almanya ve İtalya ile ittifak kurması, ABD'de tedirginlik yaratmıştı. Bunun üzerine ABD, ülkesinde bulunan Japon varlıklarını dondurdu, ayrıca petrol ve savaş mazemelerinin gönderilmesini yasakladı. 1941 yılının Temmuz ayı geldiğinde, ABD, Japonya ile olan bütün mali ve ticari ilişkilerini kesti. Japonya, buna cevap olarak saldırı hazırlıklarını başlattı.

     ABD donanmasına gerçekleştirilecek olan, saldırı, Japonya Birleşik Donanması'nın Komutanı Amiral Yamamoto İsoroku tarafından titiz bir şekilde planlamıştı. 23 Kasım'da Komutan yardımcısı Nagumo Çuiçi'nin yönetiminde 6 uçak gemisi, 2 savaş gemisi, 3 kruvazör ve 11 destroyerden oluşan bir filo, Hawaii'nin yaklaşık 440 km kuzeyindeki bir noktaya doğru hareket etti. Saldırı bu noktadan 360 uçakla gerçekleştirildi. Yerel saatle 7.55'te başlayan saldırı, ABD savaş gemilerine ağır darbe vurdu. "Virginia", "Arizona" ve "West Virginia" adlı gemiler battı. Daha sonra "Maryland", "Pennsylvania", "Neroda" ve "Tennessee" gemilerine ağır hasar verildi. Ayrıca 140'tan fazla uçak yok oldu. Askeri kayıpların toplamı ölüler dahil, 3.400'ün üstündeydi. Japonya'nın ise sadece 29 uçak ve 5 denizaltısı yok oldu.

    Japonya, Pearl Harbor baskınında hava gücünün deniz gücüne üstünlüğünü kanıtlamıştı.

 

DIŞ POLİKA

S.) 1923-1938 yılları arasında uygulanan Türk dış politikasının özelliği nedir?

C.) *Mustafa Kemal Atatürk tarafından formüle edilmiştir. Atatürk'ten sonra da devam etmiştir.

*O’nun gözetiminde uygulanmıştır.

*Barışçı esaslara dayanır.’’Yurtta Sulh Cihanda Sulh’’ ilkesiyle ifade edilmiştir.

*Dürüstlük ve dikkatli olmak ve davranmak esastır.

*Memleketimizin güvenliğine ve gelişiminin korunmasına dikkat esastır.Dış siyasetimizde dürüstlük, memleketimizin güvenliğine ve gelişiminin korunmasına dikkat, hareket tarzımıza kılavuz olmaktadır.

* Memleketin dokunulmazlığını, güvenliğini, vatandaşların haklarını herhangi bir tecavüze karşı bizzat savunabilmek ESASTIR.

*Başka devletlerin içişlerine karışmamak ve onları kendi içişlerimize karıştırmamak,

 

Diğer bir değişle;

. Dış politikada milli çıkarlarımızın emrettiği yolu seçmek hiçbir şekilde macera yolunu tutmamak, mümkün olduğu kadar çıkar gruplarının etkisini yurttan uzak tutmak,

. Daima barıştan yana olmak, böyle bir barışın biricik çaresi, bütün dünyanın huzur ve sosyal adalet içinde olması görüşünü ön planda tutmaktır.

. Atatürk'ün yaşamı boyunca savunduğu “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesine dayalı bir dış politika bunun ifadesidir.

. Emperyalizm ve sömürgecilik karşıtıdır,

. Misak-ı Milli'yi hedef almıştır, 

. Dış ilişkilerde Batı'ya öncelik tanır, Türkiye'nin çağdaş uygarlık düzeyine kavuşturulmasını öngörür. Batı'ya öncelik tanınması Atatürk tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Bizim, siyaset-i hariciyemizde, herhangi bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Biz, ecnebilere karşı hasmane bir his beslemediğimiz gibi, onlarla samimane münasebetler tesis etmek arzusundayız. Türkler, bütün milletlerin dostudur.”

. Akılcıdır,   

. Uyguladığı dış politika dogmatik değil, gerçekçidir. Yani sabit fikirlere göre hareket etmez, daima gerçeği arar.

 

 

S.) Atatürk döneminde izlenen Türk dış politikasının ilk hedefi NEYDİ?

C.) Kendi kaderine hakim milli bir devlet kurmaktı. Türk unsurunu kapsayan milli sınırlar içinde bir Türk devleti kurmak, Milli Mücadele'nin öncülüğünü yapan Mustafa Kemal'in başlıca amacıydı. “Milli Türk Devleti” fikri ilk önce bu mücadele sırasında bilinçlenmiştir.

 

 

S.) Atatürk'ün dünya görüşünü oluşturan ilkeler nelerdir?

C.)  “Tam bağımsızlık”, “Ulusal Egemenlik” ve ”Batılılaşmak”

 

S.)Atatürk döneminde dış politikada öncelikler neler olmuştur?

C.) Lozan Antlaşması'nın (1923) genç Türk devletine sağladığı yeni uluslararası kimlik ve hakların uygulanarak pekişmesi, dış ilişkilerin geliştirilip çeşitlendirilmesi, eski düşmanlarla dostane ilişkiler sayfası açılması, uluslararası çok taraflı siyasi faaliyetlerde bulunulması, iktisadi ilişkilerin geliştirilmesi ve silahlı kuvvetlerin modernleştirilmesini hedefleyen çalışma ve bağlantıların geliştirilmesi şeklinde özetlenebilir.

 

 

S.)Dış politikada hedefler neler olmuştur?

C.).  Milli Bir Devlet Kurmak

. Bağımsızlığın Korunması

 . Lozan Dengesinin Korunması

 . Barışın Korunması

 . “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”

 . Hukuka Bağlılık İlkesi  

 . Batılılaşma ve Demokratlaşma

 

 

S.)1923-1938 dönemi dış politikasını nasıl değerlendirmeliyiz?

C.)20. yüzyıl başlarında uluslararası sistemde ortaya çıkan büyük değişiklikleri göz önünde tutmak gerekir. Milli Mücadele'nin Atatürk tarafından Anadolu'da başlatılması bu zaman dilimine denk gelir. Fransız İhtilali'nin ürünü olan “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkelerinin Avrupa'ya Napoleon tarafından tohumlarının saçıldığını ve 19. yüzyılda Avrupa'yı kasıp kavuran ulusçuluk akımının doğal olarak Milli Mücadele'ye hareket verdiğini söylemek mümkün.

     İstiklal Savaşı'ndan galip çıkmış, yeni Türk devletinin tartışmasız lideri Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve kurduğu tek parti CHP (1935'e kadar Cumhuriyet Halk Fırkası idi) milletin ve devletin kaderine tam olarak hükmetmişti ve dış politikada Atatürk'ün görüş, etki ve ağırlığı belirgin olarak hissediliyordu.

     Bu dönemde Yunanistan'la yaşanan pürüzlerin giderilmesi, askıda bırakılan Musul meselesinin bir çözüme ulaşması, Sovyetlerle ilişkilerin devamı ve güçlendirilmesi, sınır bölgelerinde işbirliği ve siyasi dayanışma sistemleri oluşturulması, (Balkan Antantı ve Sadabad Paktı) Boğazlar üzerinde tam hakimiyet ve kontrolün sağlanması (Montreux Sözleşmesi) Hatay'ın Fransız yönetiminden çıkıp bağımsızlığını kazanması, (Atatürk'ün vefatından sonra da Türkiye'ye katılma kararı uygulanmıştır) ve Akdeniz havzasında beliren Mussolini İtalyası'nın oluşturmaya başladığı Türkiye'ye de dokunan tehdide karşı diplomatik destekler ve dayanışmalar aranması, önemli faaliyetler ve olaylar olarak belirtilmelidir. Bu arada 1928-38 yılları arasındaki on yıllık dönemde Atatürk'ü ziyarete gelen yabancı devlet adamları (kral, cumhurbaşkanı, başbakan, komutan gibi) ve Başvekil İsmet Paşa'nın bazı yabancı ülkelere yaptığı resmi ziyaret ve temaslar (Yunanistan'a, İtalya'ya, Sovyetler Birliği'ne) dış ilişkilerin önemli adımları olarak sayılabilir. Bu dönemin bir özelliği olarak Atatürk'ün yabancı bir ülkeye ziyarete gitmediğini de belirtmek gerekir.

     Atatürk 15 yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde, başta birkaç yıl hariç (1923-24 İsmet Paşa ve sonra kısa bir süre Şükrü Kaya) 1925'ten ölümüne kadar 13 yıl kesintisiz Dr. Tevfik Rüştü Aras'ı Dışişleri Bakanlığı'nda tutmuş ve dış ilişkileri büyük ölçüde etkisi altında bulundurmuştur.

 

S.)Lozan Antlaşması sonrası gelişmeler ve karşılaşılan güçlükler neler olmuştur?

C.) Siyasal yapılanması Batı modeli üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra dönemin büyük kabul edilen Batı devletlerine karşı “yansız bir politika” izlemeye çalışmıştır. Lozan'dan sonra Türkiye'nin Batı devletleriyle ilişkilerini “eşitlik ilkesi” içinde düzenlemesi kolay olmamıştır. Atatürk'ün dış politikada titizlikle tutunmuş olduğu bir ilke de eşitlik, yani Türkiye ile egemen devletler arasında, hukuki bakımdan mutlak eşitlik olması idi. 1930'a kadar geçen bu dönemde Türkiye, uluslararası alandaki tüm gelişmelerle de ilgilenmekle birlikte, esas olarak Lozan'dan kalan bazı pürüzlerin çözümüyle de uğraşmıştır. Lozan'dan kalan başlıca konular; İngiltere ile Musul, Fransa ile borçlar ve Suriye sınırı, Yunanistan'la ahali mübadelesi meseleleri ve kapitülasyonlara ilişkin bazı hususlardı.

      Musul dışındaki konular genellikle Türkiye'nin istediği gibi çözülmüştür. Musul konusunda ise, Lozan Barış Antlaşması'nın öngördüğü Türk-İngiliz görüşmelerinden sonuç alınmadığı için, mesele yine antlaşma gereğince Milletler Cemiyeti'ne götürülmüş ve burada İngiltere'nin lehine bir karar çıkmıştır.

     Türkiye, 1930'a gelindiğinde, dış ve iç meselelerini büyük ölçüde çözüme kavuşturmuş olarak, uluslararası alana daha aktif bir biçimde girebilecek durumdaydı. Bu tarih, uluslararası alanda işbirliğinin gittikçe daha fazla zorlaştığı, o ölçüde de gerekli hale geldiği bir dönemin başlangıcıydı. Türkiye, Batı ülkeleriyle pürüzlerini büyük ölçüde gidermiş olarak -başta İngiltere olmak üzere- bu ülkelerle yakınlaşmaya çalıştı. 1930 yılında Atatürk'ün çok partili siyasi hayat yolunda girişimde bulunması da bu gelişime uygun düşüyordu. Nitekim Türkiye, Temmuz 1932'de Milletler Cemiyeti'ne girdi. Türkiye'nin Cemiyete üyeliği, uluslararası alanda işbirliğine olan ilgisini ortaya koyduğu gibi, Fransa ve İngiltere'nin etkili olduğu bir kuruluşa katılması nedeniyle, Batı'ya yaklaşmasının da dolaylı bir işaretini oluşturuyordu.

     Türkiye ayrıca 9 Şubat 1934'te Balkan Antantı'nın kuruluşunda Yunanistan'la birlikte öncülük yaptı. Böylece, Kurtuluş Savaşı sırasında İngiltere ve Fransa'nın yanında yer almış olan Yunanistan'la kurulan yakınlık, Türkiye'nin batılılarla yakınlaşmasının yeni ve somut bir göstergesi oldu. Ayrıca Balkan Antantı'nın üyelerinden Romanya ve Yugoslavya, Küçük Antant içinde Fransa'nın müttefiki durumunda olduklarından, Türkiye ile Fransa ve dolayısıyla İngiltere arasında yeni bir yakınlaşma halkası daha kurulmuş demekti.

     1935-38 yılları arasında Avrupa'daki bloklaşma hareketleri şiddetlenmeye başlamıştı. I. Dünya      Savaşı'nın getirdiği düzeni korumak isteyen anti revizyonist Batı (başta İngiltere ve Fransa) ile statükoyu değiştirmek isteyen revizyonist ülkeler (Almanya, İtalya ve diğerleri) arasındaki ilişkiler gittikçe sertleşmekteydi. SSCB ise savaş sonrası düzenlenmesinden hoşnut olmamakla birlikte, Nazi Almanyası'na karşı batı demokrasileriyle diyalog içinde görünüyor, aynı zamanda bu ülkeyle gizlice temaslara girişiyordu.

     Avrupa'daki bu bloklaşma çabaları içinde Türkiye, kendi sınırlarından hoşnut bir devlet olarak batı demokrasilerine yakınlaşmaya yönelmekle birlikte, Almanya'nın sıkıntılarına da belirli ölçüde hak veriyordu. Türkiye, batı ile yakınlığını artırırken, Almanya tarafıyla diyaloğunu sürdürüyor, SSCB ile ilişkilerini belirli bir seviyenin altına düşürmemeye çalışıyordu.         Türkiye, bütün bu gelişmeler karşısında çok yönlü politika izlemeye gayret ediyordu. Dost ülkeler kazanmak, Türkiye'ye karşı oluşturulacak olan tehlikeleri önlemek, diplomatik yollarla ülkenin güvenliğini artırmak, komşu ülkelerle güvene dayalı ilişkiler kurmak, kurulan iyi ilişkileri antlaşmalar yaparak sürekli kılmak, Atatürk'ün uyguladığı dış politikanın özelliklerindendi.

 

     Türkiye 1930'lu yıllarda otuzdan fazla devletle siyasi, iktisadi, kültürel ilişki içine girerek, komşuları ve dünya devletleri ile ilişkilerini geliştirmek niyetinde olduğunu göstermiştir. Türkiye, Milletler Cemiyeti'nin dünya barışını sağlamakta etkili olmadığını görünce, Balkanlar'a gelecek dış tehlikeyi ortaklaşa önlemek ve bu devletlerle siyasi, iktisadi ve kültürel ilişkilerini geliştirmek ve bölge barışına katkıda bulunmak için Balkan Antantı'nı imzalamıştı. 1934 yılında komşuları olan İran-Irak ve İran-Afganistan arasındaki sınır anlaşmazlıklarında hakemlik yapması istenmiş ve yapmıştır. Bu da, komşuları tarafından Türkiye'ye verilen önemin ve güvenin bir göstergesidir.

 

     Türkiye, bu dönemlerde diğer ülkelerle ilişkilerini geliştirmiş, bütün ülkelerle dost geçinme ilkesine bağlı kalmaya çalışmıştır. Türkiye, 1919-38 yılları arasında hiçbir ülke ile bir diğer ülke veya ülkeler aleyhine ittifak kurmamıştır. Doğal olarak bazı ülkelerle güvenlik ve işbirliği anlaşmaları yapılmıştır ve bu anlaşmalar da askeri müzakerelerle sonuçlanmıştır. Türkiye'nin uyguladığı dış politika, ne bir ülkenin düşmanı ne de özel dostu olmaya yönelikti. Türkiye'nin doğu, güneydoğu ve İstanbul'un batısındaki sınırlarının güvenliği kendisi için oldukça önemliydi. Tek taraflı silahlanmaya karşı olan Türkiye, yapılan barış anlaşmalarına bakılmaksızın, her ülkenin eşit olarak silahlanması gereği üzerinde önemli durmuştur. Çünkü ülkeler arasında denge sağlanırsa, kendi dışındaki ülkelerde barış ve huzur ortamı oluşacak, böylelikle Türkiye'nin çağdaşlaşması için gerekli reformları yapma imkanı elde edilmiş olacaktı.

 

1945 ve SONRASI*************

 S.)1945 ve Sonrası Gelişmeler Nelerdir?
C.)

DEMOKRAT PARTİ'NİN KURULMASI:

 

1945'de Büyük millet Meclisinde belirmeğe başlayan muhalefet, zamanla Mecliste kuvvetli bir grup kurmayı başardı. Özellikle Toprak Kanununun görüşülmesi sırasında, iktidarı şiddetle eleştiren muhalifler Halk Partisinden çekilmeğe karar verdiler ve istifa ettiler.

 

 

Demokrat Partinin Kuruluşu:

 

Halk Partisinden istifa eden Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü aralarında anlaşarak 7 Ocak 1946'da Demokrat Parti adıyla yeni bir parti kurdular. Demokrat Parti, az zamanda faaliyet alanını genişleterek, kuvvetli bir muhalefet partisi haline geldi. 15 Ekim 1951'de toplanan Üçüncü Büyük Kongrede tüzük ve programını yeniden saptadı.

 

 

Demokrat Partinin Programı:

 

Demokrat Parti, programının birinci maddesinde kuruluş amacını şöyle belirtmekte idi: "Siyasi hayatımızın, birbirine karşılıklı saygı gösteren partilerle idaresi lüzumuna inanan Demokrat Parti, Türkiye Cumhuriyetinde demokrasinin geniş ve ileri bir anlayışla gerçekleşmesine ve umumi siyasetin demokratik bir görüş ve zihniyetle yürütülmesine hizmet maksadıyla kurulmuştur".

DİĞER PARTİLER

1945 yılından itibaren kurulan diğer partiler; Nuri Demirağ'ın kurduğu "Milli Kalkınma Partisi", Mareşal Fevzi Çakmak, General Sadık Aldoğan, Hikmet Bayur'un kurdukları "Millet Partisi", 1953'de kapatıldı. Bunun üzerine bu parti kurucularından bazıları birleşerek 1954'de Cumhuriyetçi Millet Partisi'ni kurdular. Bir de Türkiye Köylü Partisi vardır.

     1046'da yapılan seçimlerde altmış seçimlerde altmış dört milletvekili çıkaran Demokrat Parti, 1950 seçimlerine kadar Mecliste muhalefet görevini yaptı. 1950 de Dokuzuncu Büyük Millet Meclisi devresi için yapılan seçim sonucunda 487 milletvekilliğinden 408'ini Demokrat Parti, 69'unu Cumhuriyet Halk Partisi, 1'ini Millet Partisi, 9'unu da bağımsızlar kazandı. Böylece Demokrat Parti büyük bir çoğunlukla iktidarı ele aldı.

    Dokuzuncu Büyük Millet meclisi, 384 oyla Cumhurbaşkanlığına İstanbul Milletvekili Celal Bayer'ı seçti. Celal Bayar Türkiye'nin üçüncü Cumhurbaşkanı oldu. Celal Bayar da hükümeti kurmak görevini Adnan Menderes'e verdi.

DP, 1954 seçimlerinde oylarını daha da artırarak iktidarını perçinledi, 1957 seçimlerinde oy kaybına uğramasına rağmen 27 Mayıs 1960'a kadar iktidarını sürdürdü.

    DP, on yıllık iktidarı süresince, ekonomiye ve halkın yaşamına elle tutulur bir canlılık getirdi. Ekonomi genişledi, halkın kazancı arttı, çok sayıda köy yol, su ve elektriğe kavuştu. Yeni alanlar tarıma açıldı, makineli ziraat başladı, ticaret hızlandı, sanayileşme doğrultusunda önemli adımlar atıldı. Yabancı sermaye ve ticaret sermayesini sanayiye yöneltme sürecine girildi. İnönü zamanında benimsenmeye başlanan Amerika ile yakın işbirliği, DP iktidarı döneminde dış politikaya yeni boyutlar getirdi. Missouri zırhlısının İstanbul'u ziyareti (1946), "Truman Doktrini" ve "Marshal Planı"nın uygulamaya konması ile Amerika'dan ilk askeri ve ekonomik yardımların gelmeye başlaması, İnönü'nün bu doğrultuda attığı temelleri sağlamlaştırmıştı. DP iktidarı döneminde Türkiye Kore Savaşı'na katıldı, NATO'ya üye oldu (1952), yabancı sermaye yatırımları ve yabancıların petrol aramaları teşvik edildi.

    1954'ten itibaren DP iktidarının halktan aldığı destek zayıflamaya başladı. Bunun başlıca nedeni, dış piyasalardaki elverişli konjonktürün sona ermesi ve ekonomide bozulma belirtilerinin ortaya çıkmasıdır. Hızla büyüyen enflasyon, özellikle büyük kentlerdeki sabit gelirlilerin, asker ve sivil bürokrasinin maddi durumunu sarsmıştı. Halktaki hoşnutsuzlukla birlikte muhalefetin ve basının eleştirileri de sertleşmişti. Bu eleştiriler karşısında iktidarın soğukkanlılığını yitirdiğine işaret eden tedbirler alındı. İnönü'nün yurt gezilerinde karşılaştığı engeller, basını kontrol altında tutmak için başvurulan yöntemler ve "Tahkikat Komisyonu"nun kurulması ile birlikte, ülkede yaygın rejim tartışmaları başgösterdi. Üniversite gençliği sokaklara döküldü. Sıkıyönetimin ilan edilmesiyle daha da gerginleşen ortamda, Silahlı Kuvvetler 27 mayıs 1960 sabahı yönetime el koydu

 

1946-60 ARASI GELİŞMELER

S.)1946-60 Arası gelişmeler nelerdir?
C.)

1946 sonrası dünya ekonomisinde siyasi ve askeri yapının şekillenmeye başladığı dönemdir.

 a)1929 sonrası merkez sanayi ülkelerinin yeniden yapılanması sermaye birikim modelini tekelci düzenlemeler çerçevesinde yapılandırmıştır.

b)İktisat polt. açısından merkez ve çevre ülkeler arasında işbölümünün yeniden yapılandırılması söz konusu. Keynezyen polt. çevre ülk. dayattığı şey kendi içindeki sanayileşme sürecinin önünü kesmek. Sanayileşme süreci üretken sermaye açısından tamamlanmak üzereydi. İşte bu durumda gelişmekte olan ülkelerin merkez ülk. denetiminden çıkma durumu var. Ancak gelişmiş sanayi ülkeleri çevre ülkelere dayatmacı polt. uygulayarak döviz bağımlılığı,tekn. bağımlılığı yaratmayı amaçlamışlardır. Sonuçta 1923-80 arasına bakınca 70 ve 58 yıllarında döviz kıtlığı var. Bu döviz kıtlığının nedeni ihracat ve ithalata bağlı değildir. 1946 polt. sonucudur. 1930-32 sonrası ith. İkameci polt. TR ekonomisinin gelişmesi anlamında çok önemli bir yeri vardır. Gelişmiş ülk. ithal ikameci polt. destekler. 1946 sonrası gelişmekte olan ülkeleri kendi denetimleri altında destekliyorlar. 1946 sonrası TRekonomisinin bir rasyonalitesi yoktur. 1946-53 arası TR ekonomisi açısından 1930 öncesine dönüş s. konusudur. Ve tarıma dayalı bir polt. uygulamaya çalışılıyor. Tarımsal ürünleri ihraç eden ve mamül malları ithal eden bir dış tic. yapısı s. Konusu. 1950'nin ikinci yarısından itibaren dünya ekonomisinde A. B. D. 'nin kendi üretken sermayesinin beslenmesi ve genişlemesi görülüyor. Bu doğrultuda,gelişmekte olan ülkelere bu yönde iktisat polt. empoze ediliyor. Devletçilikte kullanılan araçlarla bir plan hazırlanıyor. İktisat dışı gerekçelerden biride savaş sonrası A. B. D. 'nin Marshall yardımı projesine dahil olabilmek,ABD açısından ek. Temeli var fakat TR açısından yoktur. ABD devletçilik polt . sürecinin tamamlanmasını istemiyor. Ve kendi planını hazırlıyor. Bu dayatılan polt. tarım , dış ticarete ve altyapı yatırımlarına önem veren bir politikadır. Aslında böyle bir plana ihtiyaç yoktur. Çünkü 1946 öncesi 38 yılı hariç dış ticaret fazlası var. 1946 yılında devalüasyon yapılarak ABD'nin yardımından yararlanmak isteniyor. Ancak altın ve döviz rezervleri yeterli. 1946 sonrasında ABD'nin kapitalist sistemi işletebilmesi için bir kurumsal yapıya ihtiyacı var. Bu yapı iki ayaklı;a)Askeri boyut, b)Siyasal boyut, Bu yapıya TRT'de dahil olmak istiyor. Askeri Boyut:Savaştan sonra Avrupa sanayisinin yeniden kurulması,Avrupa'da sermaye birikiminin gerçekleşmesi, askeri ve siyasal yapıyı bir kurumsal çerçeve içine oturtturulması,Siyasi Boyut:32-38 arasında TR üzerinde ABD'yi rahatsız eden bir unsur var. Bu dönemde ithalat gereksinimi var. Çevre ülkelere belli mallar ihraç edilir ve elde edilen dövizle ithalat yapılır. İthalat gereği ile bir iktisat polt. uygulanmasına ABD izinvermemiştir. Büyük toprak sahipleri,tüccarlar ve özel sektör için,1927'demaddeleri genişletilen sanayi yasası 1942 yılına kadar uygulanmıştır. Ancak özel. sektörden sanayileşme hamleleri gözlenememiştir. Sanayileşme göz ardı edilince bu programa uyum sağlıyoruz. Ve tarımsal ürün talebi artıyor. Kamu kesimi sanayileşmeye yön veriyor.

EKONOMİK MODELİN FARKLILIĞI :

   1946 yılında dış açıklar kronikleşmeye başladı. Model farklıydı. Gelen sermayenin yayıldığı alana bakınca %45'e yakın yapıya stratejik alanlar (kauçuk,plastik,gıda,kimya)yapılanması var. Temelde modelin farklılığı ,dış açıklar ortaya çıkmasına rağmen dış açıklar ortaya çıkmıyor. Döviz bağımlılığı süreci var. 46 yılında ithalat bağımlılığı ortaya çıkmıştır. 46'dan sonra dış ticaret açıkları kronikleşmeye başlamıştır. Ama TR döviz kıtlığı çekmemiştir. Gelişmekte olan ülkelerin merkeze bağımlılıklarını gerçekleştirmek için bunu yardımlar yoluyla yapmışlardır.

TARIM VE SANAYİ POLİTİKALARI:

TARIM POLİTİKALARI:DP'nin 1945'te kurulması,sonra kaybettirilen bir seçim. 1950'ye kadar geçen süreç. CHP iktidarda fakat CHP politikaları uygulanmıyor. DPgüçlenmeye başlıyor. Sosyal gelişmeler konusudur. 1950'de CHP iktidarı kaybetti.

Bunun iki önemli etkeni var:

1)Devletçilik polt. yarattığı rahatsızlık sonucu,reel gelirde azalma s. konusu.

2)Varlık vergisi ve milli koruma kanununun çıkarılması. TR tarım ülkesidir . 1939-46 arası tarım önemlidir. Geleneksel ihracata (tarım)talep sürmüştür. TR' nin sınıfsal yapısı belirli olması hükümetlerin tarıma ilişkin popülist polt. uygulamasına yol açmıştır.

 

Bu popülist uygulamaların;

1. unsuru:Tarımsal alanların pazara açılması. Kapitalistleşme sürecinin ilk adımı ,meta üretimidir.

2. unsuru:Tarıma verilecek kredilerin arttırılması.

3. unsuru:Tarımdamakineleşmeyi gerçekleştirme.

 

     Bunların hepsini CHP her fırsatta (siyasi-ekonomik temelli)sonuna kadar kullandı. DP'de aynı doğrultuda kullandı. Toprak azami ölçüde kullanılıyor. Karabasan dışında araç kullanımı olmaması tarımsal üretimi arttırdığı için diğer girdilerin bulunmaması bu popülist politikalara zemin hazırlamıştır.

     1950'deki Kore savaşı nedeniyle tarımsal ürün talebi arttı. Bu ekonomiyi hareketlendiren bir etmen olmuştur. Artı ürün yaratıldı. Ama 1953'den sonra durumun tersine dönmesine rağmen popülist politikalar uygulanmaya devam edilmiş ve enflasyonist baskılara neden olmuştur. Enflasyon oranının %17-18'e çıktığı görülür.

SANAYİ POLİTİKASI:

1947-53'deki yatırımlara bakıldığında,devletçi dönemdeki projelerden farklı olduğu görülür. Ağırlıklı olarak görülen tüketim mallarına yönelik yatırımlardır. 1946-53'de %55-60'dan %73'e çıkmıştır.

    Vaner planının hazırlanması s. konusu. O da 1946'da ki ivedili plan gibi aynı içeriğe sahip. Devletçilik polt. nın sürdürülmesine yöneliktir. Ama reddedilmiştir.

        1946 sonrası;madencilik,tarım ve ulaştırma sektörlerinde gelişmeler olmuştur. Toplam yatırımların %85'i tarımdadır. Madencilik ve ulaştırma,yabancı sermayenin gelmesi için modernize edilmesi gereken sektörlerdir. Hem yabancı sermayenin gelmesi hem de tüketim mallarının üretimin gerçekleşmesi için bu 2 sektör çok önemlidir. %10 oranında imalat sekt. ilişkin bir yatırım s. konusu. %10'luk kısmın %5'i tarımsal ürünlerin işlenmesine yönelik yatırımların yapılmasında kullanılıyor.

 

1960 ve SONRASI GELİŞMELER******

 

S.) 27 Mayıs İhtilali (27 Mayıs 1960) olayı nedir?

C.)

Türk Silahlı Kuvvetleri DP iktidarını devirerek, yönetimi fiilen eline aldı. Cumhuriyet tarihinin en önemli dönemeçleri arasında olan bu olayla 10 yıllık demokrasi denemesi son buluyordu. Celal Bayar, Adnan Menderes ve DP ileri gelenleri tutuklandılar. Halk bu olayı sevinçle karşıladı. Orduya sevgi tezahüratlarında bulunuldu. Cemal Gürsel Devlet Başkanlığına getirildi.

 

S.)27 Mayıs  Hareketi ve gelişmeler nelerdir?

C.)

DP'yi iktidardan düşürmek, özellikle İnönü sempatizanı birçok subaya; siyasal ve ekonomik sorunların çözümü, ülkeyi ve demokrasiyi kurtarmanın vazgeçilmez önkoşulu gibi görünüyordu. Silahlı Kuvvetler'in çeşitli kademelerinde Milli Birlik Komitesi (MBK) adı altında örgütlenen bu subaylar, 27 Mayıs 1960 sabahı planlı bir şekilde harekete geçerek, DP iktidarını devirerek yönetime el koydular. Sabahın ilk saatlerinde yayınlanan ihtilal bildirisinde, hareketin demokrasiyi kurtarmak ve kardeş kavgasını önlemek için yapıldığı, hiçbir şahsa ve zümreye karşı olmadığı, en kısa sürede seçimlere gidileceği ve yönetimin sivillere devredileceği açıklanıyor, NATO ve CENTO'ya bağlı kalınacağı bildiriliyordu.

Devrik Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanları ve iktidar partisine mensup milletvekilleriyle önde gelen yöneticiler, Harp Okulu'nda gözaltına alındılar. Orgeneral Cemal Gürsel; Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı oldu. MBK, yasama görevini üstlendi ve 17 Haziran 1960'ta çoğu sivillerden oluşan yeni bir hükümet kuruldu.

İhtilal Yönetimi ilk güçlüğü MBK üyeleri arasındaki görüş ayrılığı nedeniyle yaşadı. Üyelerden bir bölümü bir an önce seçimlerin yapılmasını isterken, diğer bölümü köklü reformlar gerçekleştirildikten sonra seçimlerin yapılmasını öngörüyordu. İkinci gruptakiler 13 Kasım 1960'da tasfiye edilerek yurt dışında çeşitli görevlere atandılar.

MBK aynı yılın Aralık ayında, yeni anayasa ve seçim yasası hazırlamakla yükümlü "Kurucu Meclis"in oluşturulmasını kararlaştırdı. Çeşitli kuruluşların temsilcilerinden oluşan Kurucu Meclis, 5 Ocak 1961'de göreve başladı. Üniversite çevrelerinden alınan anayasa taslakları, meclisin özel komisyonlarında biçimlendirilerek tartışmaya sunuldu. Kurucu Meclis'in son şeklini verdiği anayasa, 9 Temmuz 1961'de yapılan referandum sonucu kabul edilerek yürürlüğe girdi. MBK, 15 Ekim 1961'de yapılan seçimlerle iktidarı sivillere bıraktı. MBK'nın 22 üyesi Anayasa gereğince "Tabii Senatör" olarak parlamentoya girerken, Cemal Gürsel Cumhurbaşkanı seçildi.

27 Mayıs 1960 sabahı devrilen DP iktidarının yöneticileri, MBK tarafından Yassıada'da kurulmuş olağanüstü bir mahkeme olan Yüksek Adalet Divanı'nda yargılandılar. Mahkeme, "Anayasayı İhlal" ile suçladığı DP yöneticilerinden 15'ine idam, diğerlerine de ağır hapis cezaları verdi. İdam cezalarından 12'si MBK tarafından müebbed hapse çevrildi. DP iktidarının Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan ise idam edildiler. Diğer tutukluların tümü 1964'e kadar çeşitli af girişimleriyle serbest bırakıldı.


KORE SAVAŞI

S.)Türkiye’nin Kore savaşına katılma nedenleri nelerdir?

C.) Sovyet baskısına karşı müttefikler arayan ve bu sebeple NATO'ya girmek isteyen Türkiye, bu isteklerini daha kolay elde etmek ve Amerika'ya yakınlaşmak amacıyla Kore Savaşı'na bir tugay yollamıştır.

S.)Kore savaşına gönderilen kuvvetler nelerdir?

C.)

Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasındaki 259 subay, 18 askeri memur, 4 sivil memur, 395 astsubay, 4414 erbaş ve er olmak üzere 5090 kişilik 1. Türk tugayı, 17 Eylül 1950'de İzmir'den hareket ederek 12 Ekim 1950'de öncü takım Pusan limanına ulaştı ve 17 Ekim'de ana birliği de Pusan'dan karaya çıktı. Aynı gün Pusan'dan hareket ederek 20 Ekim'de Taeg'a varıp Birleşmiş Milletler ordularına iştirak etti. 10 Kasım'da Taeg'dan hareket ederek 21 Kasım'da Kunuri'ye vararak Amerikan 9. Kolordusu'nun sağ kanadında konuşlandırıldı.

S.)Kore savaşında Türk kuvvetlerine verilen görev nedir?

C.)Kore Savaşı'nda çok kiritik noktalarda görevler üstlenen Türk Tugayı 6 Ocak 1951'de Chonan'da 20 gün ihtiyatta kaldıktan sonra savunma mevziinin bir bölümünü elde geçirmekle görevlendirildi. Bu görev için 24 Ocak'ta Chonan'dan hareket eden Türk Tugayı'nın yapacağı muharebenin mahiyeti, düşman mevziine cepheden taarruz etmekti ve netice süngü ile alınacaktı.

S.)Kore savaşında Türk kuvvetlerinin başarıları nelerdir?

C.)26 Ocak 1951'de Kumyangjangni kasabası, 156 rakımlı tepe ve 25 Ocak 1951’de de düşmanın direniş gösterdiği 185 rakımlı tepe ele geçirildi. Bu başarılı muharebelerinden dolayı Türk Tugayı'na Amerikan Kongresince Mümtaz Birlik Nişanı ve beratı verildi. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerine Güney Kore Cumhurbaşkanlığı Birlik Nişanı verildi.

S.)Kunuri Savaşı kimler arasında yapıldı?Türk kuvvetlerinin bu savaşta başarıları nelerdir?

C.)Kunuri Savaşı: Türkiye'nin Kore Savaşı'nda Çin ve Kuzey Kore birliklerine karşı direndiği savaş. 4 gün süren bu muharebeler - 26 Kasım 1950’de Kuzey Kore'nin Çin (Mançurya) sınırı yakınındaki Kunuri’den Tockchon istikametine başlayan intikale müteakiben icra edilen; 28 Kasım 1950’de Wavon, 29 Kasım 1950’de Sinim-ni, Kaechon ve Kunuri Boğazı Muharebeleri ile 30 Kasım 1950’de Sunchon Boğazı muharebesi- Kunuri ile Tokchon arasında cereyan etmiştir. Kore’ye geleli henüz bir ay olan Türk Tugayı bu muharebeler ile; o zamana kadar savaşa müdahale etmeyen çok üstün sayıdaki Çin Ordularının 25 Kasım 1950’de baskın şeklinde başlayan saldırısından, geri çekilmeye başlayan Birleşmiş Milletler (BM) Kuvvetlerinin yan ve gerilerini korumuş, düşmanı oyalayarak bu kuvvetlerin emniyetli bir şekilde geri çekilmeleri için yeterli zamanı (3 gün) kazandırmıştır. Bu suretle BM kuvvetleri emniyetli bir şekilde geri çekilmiş ve K.Çin Ordusu tarafından kuşatılarak imha olmaları önlenmiştir. Bu arada Türk Tugay’ı da kendisini çepeçevre kuşatan düşman çemberini yararak, çok zayiat vermesine rağmen imhadan kurtulmayı başarmıştır. Bu muharebede Tugay’ımızın toplam zayiatı; 767 subay, astsubay ve er’dir. (218 şehit, 455 yaralı ve 94 kayıp)[1]               Türk Tugayının bu ilk muharebesinde süngü süngüye savaşarak gösterdiği cesaret, Birleşmiş Milletler ordularına kuvvet veren diğer ülke birliklerinin de moralini yükseltmiş ve onların da süngü takarak yakın muharebe yapmalarını teşvik etmiştir. Türk kuvvetlerinin süngü muharebesinde telef olan Çin ve Kuzey Kore askerlerinin cesetlerinin durumu ise düşman askerlerinin savaşma azmini kırmıştır.

S.)Savaşa katılan Türk birlikleri ve kayıpları nelerdir?

C.)1. Türk Tugayı (Tugay Komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı, dönüşte DP milletvekili)

*241. Piyade Alayı (Alay Komutanı Albay Celâl Dora, alay lağvedildikten sonra Tugay komutan yardımcısı, dönüşte CHP milletvekili)

*1. Tabur (Tabur Komutanı Binbaş İmadettin Kuranel)

*2. Tabur (Tabur Komutanı Binbaşı Miktat Uluünlü, 18 Mayıs 1951'de şehit Mezartaşı)

*3. Tabur (Tabur Komutanı Binbaşı Lütfi Bilgin, 24 Mayıs 1951'de şehit Mezartaşı)

1. Türk Tugayı'nın toplam kaybı şöyledir: 721 şehit, 2111 yaralı, 175 kayıp , 234 esir (POW) , 298 belirsiz

 

1980 VE SONRASI**************

S.) 12 Eylül Harekatı ne zaman ,kim tarafından ve neden yapılmıştır?Sonuçları nelerdir?

C.)Tarih:12 Eylül 1980 de yapıldı.

Amaç:Ülkedeki "anarşi ve terörü önlemek ve akan kanı durdurmak

Yapan: Türk Silahlı Kuvvetler

 Sonuçları: Türk Silahlı Kuvvetleri bir kez daha yönetime el koydu. Tüm yurtta sıkıyönetim ilan edildi. Genelkurmay başkanı Kenan Evren başkanlığında, Kara Kuvvetleri komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri komutanı Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi yürütmeyi eline aldı. Siyasi parti liderleri "gözetim altına" alındı.

 

S.)12 Eylül rejimi dönemi(1980-1983) gelişmeleri nelerdir?

C.) Askeri müdahale, ordunun 12 Eylül 1980 sabahı, emir ve komuta zinciri içinde yönetime el koymasıyla gerçekleşti. Genelkurmay başkanı Orgeneral Kenan Evren ve Kuvvet Komutanları'ndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi (MGK), TBMM'yi ve hükümeti feshetti. Tüm ülkede sıkıyönetim ilan edildi; AP, CHP, MSP ve MHP genel başkanları gözaltına alındı. Müdahaleden sonra yasama ve yürütme yetkilerini bünyesinde birleştiren MGK, Konsey'in başkanı olan Orgeneral Kenan Evren'i Devlet Başkanlığı'na getirdi. Yeni hükümet Oramiral Bülent Ulusu başkanlığında kuruldu. Yeni hükümette son AP Hükümeti'nin Başbakanlık Müsteşarı ve 24 Ocak Kararları'nın mimari Turgut Özal da Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı.

       Bu dönemde, Demirel Hükümeti tarafından başlatılan ekonomik istikrar politikası aynen sürdürüldü. Dış politikadaki en önemli gelişme, NATO Başkomutanı'nın adıyla anılan "Rogers Planı"nın MGK yönetimi tarafından kabulü ve ülkenin uzun süredir izlediği politikaya aykırı olarak Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönmesine izin verilmesiydi.

      Yeni bir anayasa hazırlanması için Haziran 1981'de, MGK ve Danışma Meclisi'nden (DM) oluşacak yeni bir "Kurucu Meclis" oluşturulması kararı alındı. DM üyelerinin açıklandığı gün daha önce etkinlikleri yasaklanmış olan tüm siyasi partiler MGK tarafından kapatıldı ve mal varlıklarına el kondu.

      DM Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan yeni anayasa 7 Kasım 1982'de halkoyuna sunuldu ve %91.2 "evet" oyuyla kabul edildi. Yeni anayasanın kabulü ile Kenan Evren "Cumhurbaşkanı" sıfatını aldı. Siyasi Partiler Yasası 24 Nisan 1983'te yürürlüğe girdi ve yeni siyasi partilerin kurulması için siyasal faaliyetler kademeli olarak serbest bırakıldı.

        Merkez sağda emekli Orgeneral Turgut Sunalp başkanlığında, "12 Eylül ruh ve felsefesinin devamı" olduğunu açıklayan Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) kuruldu.      MGK tarafından pek de hoş karşılanmayan ikinci parti kurma girişimi de 1982'de Ulusu Hükümeti'nden ayrılmış olan Turgut Özal'dan geldi ve 24 Ocak Kararları ile başlayan liberalleşme ve ekonomik istikrar programının sürdürülmesi için iktidar talebinde bulunan Anavatan Partisi (ANAP) kuruldu.

      Kurulan üçüncü parti, merkez sol eğilimli olması amaçlanan Halkçı Parti'ydi (HP). HP'nin genel başkanlığını Bülent Ulusu'nun Başbakanlık Müsteşarlığını yapmış olan Necdet Calp üstlenmişti. Bunların yanında AP'nin devamı olarak bilinen Doğru Yol Partisi (DYP) ve İsmet İnönü'nün oğlu Erdal İnönü'nün başkanlığında Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) kuruldu. MGK yeni kurulan partilerin kurucu listelerini incelemeye aldı ve bunlardan büyük bir bölümünü veto etti. En çok vetoyu SODEP ve DYP listeleri almış ve iki parti de öngörülen süre içinde kurucu yeter sayısını tamamlayamadığı için genel seçimlere katılma hakkını elde edememişti.

     6 Kasım 1983 seçimlerine yalnızca ANAP, MDP ve HP katıldı ve yüzde 45.1'lik oy alan ANAP tek başına iktidar oldu. 24 Kasım 1983'te toplanan TBMM'de başkanlık divanının oluşmasıyla MGK'nın görevi sona erdi. MGK'nın dört üyesi "Cumhurbaşkanlığı Konseyi Üyesi" olarak göreve başladı. 13 Aralık'ta ise Turgut Özal başkanlığında I. ANAP Hükümeti kuruldu.

S.)Soğuk Savaş Olayı nedir?

C.) II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında sürdürülen sürekli gerginlik ve sınırlı çatışma biçimidir. Soğuk savaş, 1917'den başlayan Doğu-Batı çekişmesinin bir ürünüdür. Bu çekişme II. Dünya Savaşı'ndan sonra daha belirgin hale geldi.

S.) "Soğuk Savaş" deyimi ilk kez ne zaman kim tarafından kullanılmıştır?

C.)"Soğuk Savaş" deyimi ilk kez 1947 yılında ABD'li Bernard Baruch tarafından kullanılmıştır.

 

S.) Soğuk savaş geriliminin azaldığı ya da çok yoğunlaştığı dönemler nelerdir?

C.) II. Dünya Savaşından sonra Orta, Doğu ve Güneydoğu Avrupa'da SSCB'nin etkisi artmaya başladı ve bu bölgedeki ülkeleri bir ölçüde kendi şemsiyesi altına aldı. Bundan korkan ABD ve İngiltere, Batı Avrupa'da ve başka yerlerde ve Sovyet yanlısı komünist partilerin iktidara gelmemesi için çeşitli girişimlerde bulundular. Uyguladıkları Marshall Planı ile Batı Avrupa ülkeleri ABD'nin nüfuzu altına girerken, Doğu Avrupa ülkelerinde de Sovyet yanlısı komünist hükümetlerin kurulması ile Soğuk Savaş doruğa ulaştı. Bunun yanında ABD, Truman Doktrini çerçevesinde, Batı Avrupa'nın SSCB'ye karşı korunması için çaba harcadı. Bunun sonucu olarak da NATOVarşova Paktı'nı kurdu ve Çin'de Sovyet yanlıları iktidarı ele geçirdiler. Böylece soğuk savaşı daha belirgin hale getiren bloklar oluştu ve çeşitli çatışma konuları ortaya çıktı. (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) kuruldu. Buna karşı, SSCB'de

    Kore ve Vietnam savaşları, Berlin Sorunu, 1956-59 yılları arasında Ortadoğu'daki çekişme, U-2 casus uçağı olayı, KübaAGİKMikhail Gorbaçov'un gelmesi ile, iki blok arasındaki buzlar eriremeye başladı. Ve 1989 yılında Doğu Avrupa'da başlayan rejim değişikliği, ve soğuk savaşı simgeleyen Berlin Duvarı'nın yıkılması ile II. Dünya Savaşından sonra başlayan süreç sona ermeye başladı. krizi gibi olaylar soğuk savaşın doruğunu oluşturdu. Soğuk savaşta blok liderlerinin kendi blokları içerisinde yer alan ülkelerin içişlerine karıştıklarına rastlanmıştır. 1962'den sonra (özellikle Küba bunalımından sonra) yavaş yavaş ortaya çıkan "detant" (yumuşama) dönemiyle karşıt iki blok, yerini daha karmaşık bir yapıya bıraktı. Yeni bağımsız ülkeler ortaya çıktı. Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda görüşler vurgulamaya başladılar. İki blok arasındaki çekişmeyi sona erdirmek için 1975 yılında iki blok ülkelerinin katıldığı (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı) çerçevesinde Nihai Senet imzalandı. Fakat Asya ve Afrika'daki karışıklığın tırmanması bu detente (yumuşama) sürecini sona erdirdi. 1980'lerin başında yeniden soğuk savaş dönemine girildi. Fakat 1985 yılında SSCB Komünist Parti Genel Sekreterliğine

 

S.)Soğuk savaş dönemi ne zaman sona erdi?

C.) 1991'de SSCB'nin çökmesiyle Soğuk Savaş sona erdi.

 

S.)İkinci dünya savaşı sonrasında devletlerin  radikal politika izlemelerinin nedenleri nelerdir?

C.)

*Geleneksel güç dengesinin merkezi ve en önemli öğesi olan Avrupa'nın ve Avrupa

devletlerinin savaşta büyük tahribata uğramaları;

*Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin "Süper Devletler" olarak ortaya çıkması; *Termonükleer silahların geliştirilmesi;

*Dünyanın çeşitli bölgelerindeki ulusalcı hareketlerin "Avrupa İmparatorluklarına " karşı ihtilalcı tutumları.

 

S.)Dünyada ‘’İki Kutuplu Denge’’ ne zaman ve nasıl oluşmuştur? 

C.) Avrupa'nın bir güç merkezi olarak dünya politikası sahnesinden çekilmesinden sonra, dünya en az yirmi yıl kesin çizgiyle ABD ve Sovyetler Birliği'nin çevresinde " iki kutuplu " bir nitelik kazandı." İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler Almanyası ile Mussolini İtalyasını dize getiren güçler İngiltere ya da Fransa değil, ABD ile Sovyetler Birliği'ydi.Savaş sonrasından 1970'lere kadar uluslararası ilişkilerin tarihini, bu iki karşıt ideolojiye bağlanmış ABD ile Sovyetler birliği'nin yeryüzünde etki kurmak için gösterdikleri çabaların öyküsü olarak nitelemek gerçekçi bir genelleme olacaktır.Savaştan her bakımdan yıkık çıkan Avrupa devletleri bu iki " süper" devletin çevresinde kümeleneceklerdir."

Böylece ortaya "iki kutuplu" bir denge çıkmıştır. "Soğuk Savaş " diye kısaca adlandırdığımız bu yeni durum, etkisini yirmi yıl kadar sürdürmüştür. Bugün bile tüm belirtilerinin ortadan kalktığını söyleyemeyiz.

 

S.)1945’den sonra  dünyanın ‘’İki Kutuplu’’ olmasının nedenleri nelerdir?

C.)

*İkinci Dünya Savaşı, 1945 Mayıs ayında Avrupa'da, Eylül ayında da Asya'da sona erince, bu kıtalardaki güçler dengesinde büyük boşluklar meydana geldi. Bunda, yenilen Almanya, İtalya ve Japonya'nın  yanında, galip devletlerden olan savaş öncesinin güçlü devletleri İngiltere ve Fransanın da savaştan büyük ölçüde yıpranmış olarak çıkması önemli rol oyna

dı.Bu devletlerin kendilerine gelebilmeleri için uzun yıllara gerek vardı.

*Bu bakımdan savaştan sonra, Avrupa'da Almanya'nın, Asya'da Japonya'nın yerini tek başına dolduracak bu kıtalardan devlet bulunmamaktaydı. Savaştan sonra güçlü olarak ayakta kalabilenlerse, siyasi ve ekonomik doktrinleri birbiriyle çatışan, Avrupa'ya göre iki kenar devlet, yani ABD ile Sovyetler Birliği idi. Bunlardan ABD, Birinci Diya Savaşı’ndan sonra olduğu gibi, yeniden kıtasına çekilip olayları uzaktan izleme eğilimi içindeydi. Sovyet Birliği ise yayılma isteğindeydi,

 

*Bu sırada, savaş sonunda barış ve güvenliğe kavuştuklarını sanan, barışı kurmak ve korumak için kurdukları Birleşmiş Milletler Örgütü'ne güvenen Batı Devletleri, altı yıl süren savaşın kamuoylarında meydana getirdiği yük ve bıkkınlığın da etkisiyle, silahlı kuvvetlerin tamamı

na yakınını terhis ettiler. Buna karşılık Sovyetler, büyük ve güçlü ordularını daha da takviye etti, savaş sanayiini çalıştırmayı da hızlandırdı. Bu da, Batılı Devlet ler ile Sovyetler arasında bir dengesizlik meydana getirdi.

 

*Bu dönemde Sovyetler Birliği'ne karşı koyabilecek tek devlet ise sonunda kendi kamuoyu nun etkisiyle, yeniden kıtasına çekilme politikasına dönme eğilimindeydi. Bu düşünce de, o günlerde dünyanın tek atom gücüne sahip olan bu devleti, hareketsiz hale getirmiş bulunuyordu.

 

*İşte bu durumdan da yararlanmak isteyen Sovyet Rusya, savaş sırasında kendi işgali altına geçen Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini paylaştırırken, diğer yandan Türkiye, Yunanistan, İran üzerinde etkisini geliştirmek için baskıya ve isteklerde bulunmaya, Uzakdoğu'da da Çin'de girişimlerde bulunmaya başladı. Bunlar ise, karşı ittifaklara yol açtığı gibi, dünyayı yeni bir bloklaşma dönemine sürükleyen başlıca etkenler oldu.

 

 

S.)Soğuk savaş sonrası Ortadoğuda baş aktör olan devlet hangisidir?

C.)ABD   

 

 

S) ABD’nin 1.Körfez Savaşından sonraki hedefi ne olmuştur?

C) ABD bu çerçevede Birinci Körfez Harekâtı’ndan sonra müdahaleye daha elverişli duruma gelen Irak merkezde olmak üzere, Suriye ve İran üzerinde güce dayanan bir baskı ile rejimlerinin değiştirilmesini ve bu ülkelerin kontrol edilebilir bir yapıya dönüştürülmesini hedeflemiştir.

 

S.)I.Körfez savaşından sonra ABD hedefine ulaşmak için hangi ülkeye harekat düzenlemiştir?

C:)Irak

 

S.)ABD-Irak savaşının sonucunda ABD amacına ulaşmışmıdır?

c) Ancak istediği sonuca henüz ulaşamamış, yakın bir gelecekte de ulaşacağı beklenmemektedir.

 

 

S.Ortadoğuda sürekli bir kargaşanın yaşanmasının nedenleri nelerdir?

C:)       Birinci Dünya Savaşı sonrası daha kolay yönetebilmek ve yönlendirilebilmek için özellikle İngiltere tarafından çizilen suni sınırlar sonucu yaratılan ve alt yapısı olmayan devletler, bu devletlerin iktidarlarının toplumları ile uyuşmayan çarpık yapıları, bölgedeki rantın yarattığı gerginlik, daha sonra Filistin toprakları üzerinde yapılan nüfus operasyonları sonucunda İsrail Devleti’nin kurdurulması ve bu devletin güvenliğinin gözetilmesi ve süper güçlerin bölgede etkin olabilme çabaları Orta Doğu’da sürekli bir kargaşanın yaşanmasına sebep olmuştur.

    Orta Doğu’daki karışıklığın önemli nedeninin İsrail-Filistin anlaşmazlığının olduğunu ve bu anlaşmazlıkta da ABD’nin İsrail lehine yanlı hareket etmesidir.

S.Cumhuriyet Döneminde Türkiye İran ilişkileri nasıl bir seyir izmiştir?

C.)Bu konuyu Türkiye açısından değerlendirdiğimizde, iki ülkenin tarih boyunca birbirlerine karşı fazla düşmanca duygular beslemeyen, ancak bölgede etkinlik sağlayabilmek için birbirleri ile daima rekabet içinde olan, devlet geleneğine sahip köklü iki ülke olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle zaman zaman gerginlikler yaşanmıştır. İran’ın birkaç yıl öncesine kadar, Türkiye’yi zayıflatarak kendisinin bölge etkinliği konusunda üstün duruma gelmesi için PKK/Kongra-Gel örgütüne verdiği desteği ve rejim ihracı politikasını unutmamak gerekir.

 

S.)İranın son yıllardaki Türkiye polikası nasıldır?

C.) Son yıllarda Türkiye ile yakınlaşma politikası uygulamakta, siyasi, askeri ve ekonomik alanda ilişkileri geliştirmek istemektedir. İran’ın hem kendi toprakları içinde, hem de Irak sınırı ve hatta sınırın Irak tarafındaki PKK terör örgütü ve onun uzantısı PEJAK terör örgütü ile mücadeleye giriştiği, ona zayiat verdirdiği, bu konuda Türkiye ile bir iletişim içinde olduğu gözlemlenmektedir.

S.)İranın PKK ‘ya destek verirken bu politikasından vaz geçip PKK ve PEJAK terör örgütüne karşı savaş açmasının nedenleri nelerdir?

C.)Bu eylemi, bölgede yaşanan gerginlik ve üzerindeki ABD baskısı nedeniyle Türkiye’nin desteğini kazanmak istemesi ve aynı zamanda Irak’ın kuzeyindeki Kürt bölgesi oluşumunun, bölgede gelişmekte olan Kürtçülük hareketinin Büyük Kürdistan beklentisi ile kendisine de tehdit olacağı düşünceleri ile gerçekleştirdiği değerlendirilmektedir.

 

S.)Türkiyenin İrana izlediği polikası nedir?

C.)Türkiye’nin de iyi komşuluk münasebetleri, güvenlik ve ekonomik menfaatleri çerçevesinde İranın törör örgütlerine karşı tutumu bu yakınlaşmaya cevap verdiğini, ancak bunu çeşitli nedenlerle ölçülü tuttuğunu söylemek mümkündür.

S.)ABD’nin İrana saldırısı durumunda Türkiyenin tutumu ne olmalıdır?

C.) Türkiye’nin olası bir müdahalede veya müdahale olmasa dahi uluslararası kamuoyunun beklentileri doğrultusunda hareket etmesini, Batı Kulübü içinde kalmasını ve İran ile olan ilişkilerini sınırlamasını arzu etmelidir. Bölgesel etkinlik ve güvenlik açısından İran’ın nükleer silaha sahip olması Türkiye açısından olumsuz bir gelişme olacaktır. Bu bakımdan İran’ın nükleer silah elde etmesini engellemek için yapılacak çeşitli müdahalelerin Türkiye’nin menfaatlerine uygun olacağı değerlendirilebilir. Ancak komşumuz İran’a yapılacak bir askeri müdahalede ABD tarafında yer almanın ve buna doğrudan destek sağlamanın, Türkiye’ye karşı olası terör hareketlerini tetikleyebileceği, bölgede kültürel, dini, sosyal, ekonomik ve politik açıdan yaralar açabileceği ve gerginlikleri derinleştirebileceği düşünceleri aşikardır.Ayrıca bölgede bu ülke ile beraber yaşamak durumunda olduğumuz ve ABD nedeniyle ilişkilerimizin derin izler bırakacak tarzda zedelenmesinin de menfaatlerimize uygun olmayacağı dikkate alınmalıdır. Bu nedenlerle Türkiye’nin krizin çözülmesi için diplomasi ve müzakere yolunu sonuna kadar devam ettirmesi yönünde hareket etmesi ve her iki tarafı da çatışmadan uzaklaştırmak için gayret göstermesi gerekmektedir.





S.)Avrupalılar Osmanlıyı yıkma emellerine ulaştılar ama Türk milletini tarihten silemediler.Çünkü köklü bir geçmişe sahip bu milletin büyüğü vardı. Osmanlının son günlerini yaşadığını gençlik yıllarında fark etmekte zorlanmayan bu Türk, daha o günlerde ileride kuracağı çağdaş ve bağımsız Türkiyenin inancındaydı.Bu kahraman,bir devleti yıkmakla, bir milletin yok edilemeyeceğini tüm dünyaya gösteren bir Türk büyüğüdür.Kimdir bu Türk büyüğü ?

C)Mustafa Kemal Aratürk

 

S.)Atatürk diyor ki: Türkiye halkı asırlardan beri özgür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı yaşamak için şart saymış bir kavmin kahraman evlatlarından ibarettir.Bu millet bağımsızlıktan yoksun yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.

Bu cümlelerdeki düşünce duygu ve ruh haliyle ilk olarak hangi savaş başlamıştır?

C.)Kurtuluş Savaşı(Milli Mücadele )

 

 

 

S.)Şiddet göstermeme, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o, benim itikadımın da son maddesidir.1869 yılında doğdu.Bu sözlerin sahibi olan Hintli pasifist siyasetçi ve düşünce adamı idi. İngiliz sömürgeciliğine karşı Hint milli hareketinin, 1919-48 yılları arasındaki en önemli lideriydi. 1869’da Porbandar’da Vaşiya kastından bir ailenin oğlu olarak doğdu. 1888-91 yılları arasında Londra’da hukuk öğrenimi gördükten sonra, iki yıl Bombay ve Rackot kentlerinde avukatlık yaptı. 1893-1914 yılları arasında Güney Afrika’da avukat olarak çalıştı. Burada ırkçı Apartheid rejiminin ırk ayrımı politikalarına maruz kalan Hintli göçmen işçilerin haklarının savunucusu durumuna yükseldi.Güney Afrika’da geçirdiği yıllarda oluşturduğu ideolojisinin temellerini, şiddet karşıtlığı, sivil itaatsizlik, pasifizm, uzlaşmacılık, çilecilik, Asya milliyetçiliği, Hinduizm akımının dinsel mistik öğeleri,dinlere saygı ve teknoloji karşıtlığı oluşturur. Tam 21 yıl sonra, 9 Ocak 1915’te ülkesi Hindistan’a döndü.Kendisiniz karşılamaya gelen onbinlerce Hintli, onun artık Hindistan için milli bir simge haline geldiğinin de bir kanıtıdır. Hindistan’da olduğu yıllar boyunca İngiliz emperyalizmine karşı pasif ve uzlaşmacı bir çizgi izleyen Gandhi, gerçekleşen birçok yığınsal milli bağımsızlıkçı ve emekçi eylemlerinden doğan kurtuluş fikrini, olgun bir fikir olarak görmedi. Arap ürünlerini boykot, sivil itaatsizlik gibi eylemler gerçekleştiren , ayaklanmaya ve ulusal kurtuluş için savaşa karşı oldu. Birinci Dünya Savaşında İngilizler için asker toplamak en büyük hatalarından biri olmuştur. 30 Ocak 1948’de radikal-milliyetçi bir Hintli tarafından gerçekleştirilen bir suikastla öldürdü.Kimdir bu hint kahramanı?

C.) Gandi (Mahatma Gandhi )

 

S.) Gandhi (Mahatma "Yüce Ruh")kimdir?

 

C.)Hindistan'ın milli ve dini lideridir.1869'da Porbandar'da doğdu. Kültürlü ve varlıklı bir ailedendi. Ahmedâbâd Üniversitesi'nde okudu ve Londra'da hukuk öğrenimi gördü. Bombay'da bir süre avukatlık yaptıktan sonra, 1893'de gittiği Güney Afrika'da 21 yıl yaşadı. Orada Transvaal British-Indian Derneği'ni ve Indian Opinon Gazetesi'ni kurdu. Bu ülkede oturan 150.000 Hintlinin haklarını savundu. Hint Bağımsızlık Yasası'nı burada hazırladı. 1914'de yurduna döndü.I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlere dostça davrandı. Ancak 13 Nisan 1919'da Amritsar'da geçen kanlı olaylardan sonra onlara kesin olarak cephe aldı. Uygulamaya başladığı etkin ve önemli taktikler çerçevesinde bütün Hindistan halkını pasif direnişe ve İngilizlerle işbirliği yapmamaya çağırdı. 1922 Delhi Kongresi'nden sonra İngiliz yetkili organlarınca mahkum edilip 2 yıl tutuklu kaldı. 1920'de yalnız protesto hareketinin lideri olan Gandhi artık ülkesinin milli mücadeleye girişti, yeniden tutuklandı.Bundan sonra sonraki yıllarda birçok kez tutuklanıp serbest bırakıldı, ünlü açlık grevlerini yaptı, ama hemen hemen her eylemini bir siyasi zaferle noktaladı. Nihayet 15 Ağustos 1974'de Hindistan bağımsızlığına kavuştu. Ruhundaki yücelik ve ender rastlanan zekâsıyla çağdaş tarihin en önemli kişilerindendir.Siyasi ve ahlaki inançlarının temelini bağlı bulunduğu Cayna dininden alıyordu. 30 Ocak 1948'de bağnaz bir Brahman tarafından Yeni Delhi'de öldürülmüştür. Çağdaş tarihin en önemli kişilerinden sayılan bu hint kahramanı kimdir?

 

S.) Müslüman politikacı ve Hindistan Müslüman Birliği'nin lideri ve  Pakistan'ın kurucusudur( 1947).

İlk ve ortaöğrenimini Karaçi ve Bombayda tamamladı. Babası oğlunun da kendisi gibi tüccar olmasını istiyordu. Bu amaçla, işletmecilik okuması için onu 1892’de İngiltere’ye gönderdi. Ama o, Londra’da işletmecilik yerine hukuk okumaya karar verdi. Baroya girmek için gerekli sınavları iki yıl içinde geçti. Baroya girdikten sonra iki yıl daha İngiltere’de kaldı. Parlak bir hukukçu olarak göze battı. 1896’da Karaçi’ye döndü. 1897’de Bombay’a geçerek avukatlık yapmaya başladı. Başarılı bir avukat olarak Bombay’da ün yaptığı sırada, 1900’de yargıçlığa atandı.Etkin siyasi yaşama 1906’da girdi. O yıl Hindistan’da İngiltere’ye karşı bağımsızlık mücadelesini yürütecek olan Kongre Partisi’nin Kalküta’daki genel kurul toplantısına katıldı. Genel Kurula Dadabhoy Naoroji başkanlık ediyordu. Naoroji ile Londra yıllarından gelen tanışıklık ve işbirliği sayesinde onun özel sekreterliğini üstlendi.

      1920 yılı Siyasi yaşamında önemli bir dönüm noktası sayılır. O yıl, Kongre Partisi Gandhi’nin etkisiyle İngiltere hükümetiyle uzlaşma yollarını terketmeyi ve yabancı mallara boykot uygulamayı kararlaştırdı.O Türkiye'nin her zaman yanında olduklarını Dışişleri Bakanlığı'nda yaptığı açıklamada Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'nı kazandığı için Allah'a şükrettiklerini dile getiren bu pakistan kahramını kimdir?

C.) Muhammed Ali Cinnah,

S.)Daha çok ekonomik, ticarî, siyasi ve dinî amaçlarla güçlü bir devletin diğer devlet veya toplumlar üzerinde maddî, manevî bir kontrol ve nüfuz kurması veya üstünlük sağlaması hareketine ne denir?

C.)Sömürgecilik nedir ?Tarihçesi nedir?

Osmanlıcada müstemlekecilik, Batı dillerinde ise koloniyalizm terimi ile karşılanmıştır. Bir Ülke vatandaşlarının başka bir ülkede kurdukları yerleşme birimlerine de koloni denmiştir.

 

Bir devletin başka bir devlet üzerinde egemenlik ve kontrol kurması veya vatandaşlarının başka bir ülkede yerleşim birimleri teşkil etmeleri anlamında sömürgecilik hareketinin başlangıç tarihini belirleme imkânı yoktur.

 

 

İnsan topluluklarının devlet şeklinde de örgütlendikleri eski çağdan bu yana çeşitli sömürgecilik uygulamalarına raslanmaktadır.

 

Kolonocilik

Fenikeliler, Persler, Roma İmparatorluğu gibi devletler; yaşadıkları dönemde Özellikle Akdeniz havzasında ve Avrupa'da sömürgecilik faaliyetlerine girişmişler ve koloniler kurmuşlardır. Özellikle Roma İmparatorluğu hem Avrupa'da hem de Avrupa dışında pek çok yerde askerî koloniler kurmuş ve bu yolla o ülke toplumlarına egemen olmaya çalışmıştır.

 

Sömürgecilik hareketlerinin başlaması

Roma imparatorluğunun parçalanarak Avrupa'da feodal prensliklerin öne çıkmaları, sömürgecilik hareketini başlatmış ve çok sayıda feodal devlet birbirini dengelemiştir.

 

XV. yüzyılın sonlarına doğru, Avrupa'da güçlenmiş olan merkezi imparatorlukların, Asya'dan Avrupa'ya ulaşan kara ticaret yol¬larına müslümanlann ve Akdeniz'de Vene¬diklilerle Cenevizlilerin egemen olmaları üzerine; Afrika ve Asya'ya ulaşmak isteyen maceraperest denizcilere büyük destekler vermeleriyle başlayan "kesifler çağı

sömürgecilik hareketinin de yeni bir aşama¬sını ortaya koymuştur. Dönemin güçlü devletleri Portekiz ve İspanya yönetimlerinin desteğiyle denizlere açılan maceraperest¬lerle seyyahlar, bir yandan Afrika kıyıları¬na, oradan güney Asya'ya ve kısa zaman sonra da Amerika'ya ulaşarak buralarda, özellikle deniz kıyılarında kolonlar kurdu¬lar. Avrupa sömürgecilik faaliyetlerini üç alanda yoğunlaştırmıştır:

1)Afrika'da Sömürgecilik2)Asya'da Sömürgecilik3)Amerika'da Sömürgecilik faaliyetleri sonucunda sömürge yönetimler kuruldu.

 

S.)Afrika Birliği Teşkilatının özelliği nedir?

C.)Bağımsız olan Afrika ülkeleri, bloklardan kendilerini uzak tutabilmenin çaresini biraraya gelmede ve bir Afrika Birliğinin teşekkülünde gördüler. Bu çabalar ve zaruretler sonucu, 31 Afrika ülkesinin temsilcileri (çoğu devlet başkanları), 22- 24 Mayıs 1963'de, Afrika'nın en eski bağımsız ülkesi Habeşistan'ın başkenti Addis-Abada'da toplanarak, Afrika Birliği Teşkilatı'nı kurdular ve Birliğin 33 maddelik bir Anayasası'nı da kabul ettiler.

 

Afrika Birliği Teşkilatı üyesi devletler, bloklar karşısında Afrika'nın kişiliğini korumayı, aralarında çıkacak anlaşmazlıkları ve meseleleri büyük devletlerin müdahalesine imkan vermeyecek şekilde çözümlemeyi ve büyük devletleri Afrika kıtasından uzak tutmayı amaç edinen prensiplerde görüş birliğine vardılar. Böylece, Afrika Birliği Teşkilatı, Afrika kıtasını bloklar politikasının dışında tutarak Afrika'ya ayrı bir kişilik verme amacını hayata geçirme yolunda ilerlerken, 1963'den yani kuruluşundan sonra, Bağlantısızlığın sağladığı hızlı gelişmelere katılarak, Bağlantısızların mühim bir unsuru haline gelmeye başladılar

 

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKELERİ

S.)Üçüncü Dünya Ülkeleri kavramının anlamı nedir?

C.)Üçüncü Dünya Ülkeleri kavramı üç aynı anlamda kullanılmaktadır.

a)Gelişmiş Sanayi Ülkeleriyle sosyalist ülkeler dışında kalan ülkeler anlamındaki kullanımdır. Buna göre gelişmişlik düzeyi olarak oldukça geride bulunan ve nüfusları hızla artan, fert başına gelir düzeyleri düşük, iktisadi sıkıntılarla sık sık yüzyüze gelen ülkeler Üçüncü Dünya Ülkeleridir.

b)İkinci bir tanım ise bağlantılar dikkate alınarak yapılmakta ve daha politik bir yak¬laşımla ifade edilmektedir. Buna göre de Üçüncü Dünya Ülkeleri ABD ve Sovyet yörüngesinde olmayan ülkelerdir. Politik eğilimleri, dünyaya bakış tarzları; ABD ve uydularıyla Sovyetler Birliği ve uydularından daha farklı olan ülkeler bu gruba girmektedir.

c)Siyasal sistemi anlatmak için de kullanılmakta ve siyasal rejimi klasik demokrasi olan gelişmiş kapitalist ülkelerle siyasal rejimi Marksist Demokrasi olan gelişmiş sosyalist ülkeler dışında kalan ülkeleri ifade etmektedir. Buna göre de Üçüncü Dünya Ülkeleri, rejimleri, klasik demokrasi ile marksist demokrasi arasında olan askeri diktatörlük ve tek parti yönetimi gibi denemelere sık sık rastlanılan ülkeleri ifade etmektedir.

 

S.)3.Dünya ülkelerinden siyasal bağımsızlığına kavuşanlar  İkinci Dünya Savaşının sona ermesiyle birlikte Asya, Afrika ve Latin Amerika "daki birçok ülke sömürgecilik bağlarını kopara¬bilmekle beraber, siyasal bağımsızlığın ye¬terli olmadığını da anlamış oldu. Bu ülke¬ler, ekonomik bağımsızlıklarını kazanmadıkça, fazla bir şey elde etmiş olmuyorlardı. Sanayileşmiş dünya ile daha eşit ilişki talebinde bulunan gelişmekte olan ülkeler çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır.

 

S.)Bağlantısızlık Politikası nedir?

C.)Bir devletin kendi isteğiyle askeri itti¬faklara girmemesine bağlantısızlık politi¬kası denilmektedir. Bu politikanın ilk orta¬ya çıktığı yer Birleşmiş MilleÜerYür. Ancak ilk örgütleşme girişimi Endonezya'dan gel¬miştir. Endonezya Devlet Başkanı Ali Sast-roamidijajo'nun Ocak 1954'te bağımsız devletlerin bir toplantı yapmalarını öner¬mesi üzerine Mayıs 1954'le Birmanya, Sey¬lan, Hindistan, Pakistan ve Endonezya ara¬sında Seylan'ın başkenti Kolombo'da top¬lanmışlardır. Toplantıda katılımın genişle¬tilmesi görüşülmüş, 18 Nisan 1955'te Ban-dung Konferansının toplanması sağlanmış¬tır. Bu toplantının iki önemli sonucundan biri gelişmekte olan ülkelerin ilk olarak ör¬gütlenmeye başlaması ve ülkelerin çoğun-luğunca bağlantısızlık politikasının benim-senmesi olmuştur. Asya ve Afrika ülkeleri dışında bu gruba Yugoslavya da katılmıştır.

 

S.) "Bağlantısızlık Politikası"nın "gelişmekte olan ülkeler"den  farklı anlamını nedir?

C.). Gelişmekte olan ülkeler grubu deyince ikti¬sadın ağırlığı vurgulanırken, Bağlantısızlar deyince akla daha ziyade askeri meseleler ve bu alandaki sorunlar gelmektedir. Ama ikisi de Üçüncü Dünya'yi ifade etmek üzere kullanılmaktadır.

 

S.)En canlı dönemlerini yaşayan üçüncü dünya ülkeleri hangileridir?

C)Hindistan Nehru'su,Mısır Nasır'ı ,Yugoslavya Tito ile yaşamıştır.

 

S.) Bandung Konferansı’nın önemi nedir?

C.)1955 Nisan'ında Endonezya'da toplanan Asya ve Afrika ülkelerinin kalkınma meselesinin uluslararası ilgiye bağlı olduğunu vurgulamasıdır.

 

S.)1961 Bağlantısız Ülkeler Devlet ve Hükümet Başkanları Birinci Konferansının önemi nedir?

C.)Dünyaya banş ve güvenliği getirmeyi, sömürgeciliği ortadan kaldırmak için mücadele etmeyi ve gelişmiş ülkeleri gelişmekte olan ülke sorunlarıyla ilgilenme ve bu mücedeleye katılmayı temel çağrı olarak sunmuştu.

Bütün bunlardan sonraki toplantılarda da yoğun olarak iktisadi meseleler ağırlık taşımıştır. S.)Üçüncü Dünya Ülkelerinin Temel özellikleri nelerdir?

C.)

1- Politik Hayat olarak istikrarsızlık arzederler. İç politikaları devamlı dalgalanma gösterir, istikrarlı bir politik çizgileri olmadığı gibi ordu ile politika arasında çok yakın

bir ilişki vardır. Geleneksel yapılan hızla değişme gösterdiği için toplum kesimleri arasında bölünme ve çatışmalar yaygındır. Büyük çoğunluğu siyasi bağımsızlıklarını İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kazanmışlardır.

2- Hemen hepsi gelişmekte olan ülkedir. Bu cümleden olarak nüfuslarının büyük kısmı tanm sektöründe bulunmakta, iş gü¬cünün de büyük kısmı bu sektörde istihdam edilmektedir. Buna bağlı olarak tanm sek¬töründe gizli işsizlik çok yaygındır. Bir baş¬ka deyişle bir kısım işgücü lanmdan çekilse bile üretimin azalmasına sebep olunmaz. Yine bu ülkelerde sermayenin yetersizliği emeğin verimliliğini büyük ölçüde etkile¬mektedir. Gelir düzeyinin düşük olması sermaye birikiminin temel nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani dü¬şük gelir, düşük tasarruf düzeyi, düşük yatı¬rım düzeyi ve sonuçta sermaye birikiminin yetersiz olmasıyla sonuçlanmaktadır. Fa¬kirlik fasit dairesi bu ülkelerin en önemli problemidir. Düşük tasarruf, düşük yatırım, düşük gelir, tekrar düşük tasarruf... şeklinde açılamayan bir halka oluşturmaktadır. Sa¬dece gelirin düşük olması değil, fakat ada¬letsiz dağılması ve gittikçe eşitsiz bir dağı¬lım tablosu ortaya koyması, sorunu daha da ağırlaştırmaktadır. Bütün bunlara modern dünya ile, içinde bulunduktan genel yapısal özelliklerinden farklı olarak, haberleşme vasıtalarıyla yoğun ilişkiye girmiş olmaları, yukanda sözünü ettiğimiz politik istikrar¬sızlıklara yol açmaktadır. Dual yapı bütün özellikleriyle toplumsal bünyeye sinmiş vaziyettedir.

3- Nüfus yapısı bakımından da Üçüncü Dünya'nın belirgin özellikleri vardır. Do¬ğum oram çok yüksektir. Gelişmiş ülkelerin çoğunda nüfus aruşı çok yavaşlamış ve hatta durma noktasına gelmişken Üçüncü Dünya Ülkelerindeki hızlı nüfus artışı Ban ülkelerinin kapılarını zorlamaktadır. Fakat yüksek ölüm oranı ortalama ömrün kısa olması ile birleşince fren unsuru olmaktadır. Gelir düzeyinin düşüklüğü beslenme yetersizliğini getirmekte, sağlık şartlan da iyi olmadığından kitle halinde ölümler ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmeyi kırdan kente yo¬ğun göç ağırlaştırmaktadır.

4- Kültürel bakımdan: Üçüncü Dünya ülkelerinde eğitim seviyesi ve okullaşma oranı düşük olduğundan okur-yazar nisbeti de düşüktür. Toplum davranışlanna gele¬nekler hakimdir. Dual yapı burada da ken¬dini göstermektedir. Geleneksel teknoloji yanında modern teknoloji, geleneksel kül-tür yanında dışa açık henüz dengeye ulaş¬mamış modern izm bu ülkelerin belirgin özelliğidir.

5- Uluslararası şirketlerle ilişkileri ve sözkonusu şirketlerin etkileri de bu ülkelern özellikleri arasındadır. Uluslarötesi şirketler, ülkelerin çıkartan hilafına faaliyette bulunmaktan çekinmemektedir. Aşın uzmanlaşmaya sevkettikleri çoğu Üçüncü Dünya ülkelerinde fakirleşerek büyümeye sebep olmaktadırlar. Yönetimler arasındaki tercih beyanlanyla veya beyan anlamına gelen faaliyetleriyle politik problemlere de yol açmaktadırlar.

 

S.) Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) amacı nedir?

C.)Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik problemlerine çare bulmak için Birleşmiş Milletler nezdinde faaliyet gösteren amacı itibariyle ticaretin gelişmesi ödemeler dengesi probleminin çözülmesi, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere hibe veya düşük faizli borç verilmesi gibi temel konular üzerinde yoğunlaşmıştır. Ne var ki Üçüncü Dünyanın sırtında bugün için bir borç kamburu bulunmaktadır. UNCTAD amacına ulaşamadığı için gelişmekte olan ülkelerin artık pek iyi gözle baktıkları bir kurum olmaktan uzaktır.


S.)Falkland Savaşı kimler arasında ,ne zaman oldu?Savaşın nedenleri ve sonuçları nelerdir?

C.)


 TARİH:2 Nisan 1982'de Arjantin'in Falkland ve Güney Georgia Adalarını işgal etmesi ile başlayan savaştır. Savaş altı hafta sürmüştür.
NEDENİ:
Falkland Adaları üzerindeki egemenlik sorunu 1964'de Birleşmiş Milletler'de Sömürge Sorunları Komisyonu'nun gündemine geldi. Arjantinlilere göre, Malvinas olarak bildikleri adalar Arjantin'in bir parçasıydı. Adaların Güney Amerika'ya coğrafi yakınlığı vardı. Arjantin, İspanya'nın halefi olduğunu ileri sürüyordu. İngiltere, adalar üzerindeki hükümranlığı Arjantin'e devretmeli, yönetimi belirli bir anlaşmaya uygun olarak sürdürmeliydi. İngiltere ise adada yaşayan İngiliz asıllıların isteklerine aykırı olduğundan, böyle bir düzenlemeye gidemiyordu. İngiltere 1833'den beri adalar üzerinde "işgal ve yönetimi" sürdürdüğünü ve Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 1. maddesine göre Falklandlılar'a self-determinasyon ilkesinin uygulanması gerektiğini ileri sürüyordu. İngiltere'ye göre Falkland Adaları, Arjantin'in yönetim ve denetimine geçerse sömürge durumu sona ermeyecek, tam tersine başlayacaktı.
GELİŞİMİ:
*Yıllarca süren müzakereler bir sonuç vermeyince Arjantin Falkland ve Güney Georgia Adalarını işgal etti.

*İngiltere, Güney Amerika'ya hemen bir görev kuvveti gönderdi. İngiltere, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Ekonomik Topluluğu'nda (AB) büyük diplomatik destek gördü; Arjantin'e ekonomik zorlama tedbirleri uygulandı.

SONUÇ:

*25-26 Nisan 1982 tarihlerinde İngiliz birlikleri Güney Georgia Adasını ele geçirince, Falkland Adalarındaki Arjantin birlikleri komutanı teslim oldu.

*Arjantin Devlet Başkanı Galtieri'nin ayrılmasından sonra İngiltere adalardan çekilmedi ve iki ülke arasındaki sorun kesin bir çözüme bağlanamadı.

*Savaşın sonucunda, 258 İngiliz ve 649 Arjantinli ölmüş, adalar İngiltere kontrolünde kalmaya devam etmiş, fakat Arjantin de adalar üzerindeki hak iddiasından vazgeçmemiştir.

 


S.)İran-Irak Savaşı kimler arasında ,ne zaman oldu?Savaşın nedenleri ve sonuçları nelerdir?

C.)


TARİH:1980-1988

NEDENİ:Soğuk Savaş boyunca Irak-İran ilişkileri iyi olmadı. 1969 Nisan ayında, Amerika Birleşik Devletleri’nin de desteğini alan İran Şahı, önemli bir su yolu olan ve 1937 yılı Irak-İran sınır antlaşması ile Irak’a bırakılan Şatt-ül-Arap’ı geri almak istedi. Bu amaçla, güç gösterisi olarak gemilerini bölgeye gönderdi. 1970 yılında kesilen diplomatik ilişkiler, 1973 yılında tekrar kuruldu ve 1975’te bir antlaşma imzalandı. Buna göre iki ülke arasındaki sınır, su yolunun en derin noktasından geçecekti. Ayrıca İran, Irak’taki Kürtleri merkezî hükümete karşı desteklemeyeceğini taahhüt ediyordu. Fakat 1971 yılındaki silahlı çatışmalar sırasında İran’ın ele geçirdiği Körfez adalarından çekilmemesi, iki ülke arasındaki ilişkinin gelişmesine engel oldu.

*Adalar sorunu yüzünden zaten gergin olan Irak-İran ilişkileri, İran’da Şiiliğin savunucusu olan Humeyni iktidarının başa gelmesi ile iyice bozulmaya başladı. Bağdat’taki Saddam Hüseyin hükümeti, İran’daki Şii hükümetin, Irak’taki Şii çoğunluğu Sünni iktidara karşı kışkırtmasından endişe ediyordu.

*Bu arada Irak, İran’daki Arap bölgesi Huzistan’a özerklik verilmesi fikrini savunmaya başlamıştı.

SAVAŞIN BAŞLAMASI:

1980 yılının ortalarında, ordudaki yüksek rütbeli subayların tasfiye edilmesi ve rehineler olayıyla ABD’nin düşmanlığını çekmesi dolayısıyla, İran'ın güçsüz durumda olduğu izlenimi uyanmıştı. İran’ın iki ülke arasında anlaşmazlık konusu olan bölgeden askerlerini çekmeyi reddetmesi üzerine 22 Eylül 1980’de Irak ordusu sınırı geçti. Irak 16 Eylül’de, Şatt-ül-Arap antlaşmasını feshettiğini açıklamıştı.

SAVAŞIN GELİŞİMİ:

Savaşın ilk günleri, baskın avantajını koruyan Irak’ın üstünlüğü ile geçti. Fakat, zamanla İran’ın direnişinin artması ile savaş karşılıklı yıpratma sürecine girdi.

İran’ın ilk tepkisi, sadece ilerleyen Irak birliklerini değil, aynı zamanda Irak’ın Basra limanını da bombalamak oldu. Aynı günlerde Tahran ve Bağdat karşılıklı bombalandı. Eylül ayının sonunda Irak ordusu Abadan ve Hürremşehr kentlerini abluka altına almıştı, ama kış gelmeden bitirmek istediği savaşta istediği sonuca gidemiyordu. 1980 kışı boyunca yapılan barış girişimleri başarısız oldu ve 1981 Nisan ayından itibaren savaş yeniden alevlendi.

Tarih, yıpratma savaşlarında ekonomik gücünü ve insan kaynağını en uzun süre kullanabilen tarafın avantajlı olduğunu göstermiştir. İran bu uzun savaşta kendisini, stratejisini hızlı bir zafer üzerine kuran Irak’a göre daha rahat hissediyordu. Bunu bilen Irak, İran’ın ekonomik gücünü zayıflatma amacıyla saldırıya başladı.

İki ülkenin de ekonomik gücü büyük ölçüde, en büyük ihraç ürünleri olan petrole dayanıyordu. Irak, boru hatlarından petrol ihraç edebilirken İran, ihracatını büyük ölçüde Basra Körfezi’nden yapıyordu. Yani, Basra Körfezi'ndeki petrol ticaretinin kesintisiz sürmesi Irak’ın değil, İran’ın işine geliyordu. Bu sebeple Irak, petrol taşıyan İran gemilerine saldırılar düzenlemeye başladı. Benzer şekilde İran da, Irak petrol tesislerine saldırıya başladı.

Körfez petrol ticaretinin zarar görmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa aktif olarak katılmasına sebep oldu. ABD ve müttefikleri (Avrupa ve Japonya) büyük ölçüde Körfez petrolüne muhtaçtı ve petrol yolunun saldırıya açık olması Batı dünyası için tehlikeliydi. Körfez petrol yolunu açık tutmak için Amerika Birleşik Devletleri bölgeye bir filo gönderdi ve ABD bayrağı çekmiş Kuveyt tankerlerini korumaya başladı.

SONUÇLARI:
Sekiz yıl süren savaş 1988 Ağustos ayında yapılan ateşkes ile sonlandı. Ancak Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılan barış görüşmelerinden sonuç alınamadı. İran, görüşmeler için ön koşul olarak topraklarındaki tüm Irak askerlerinin çekilmesini isterken, Irak Şatt-ül-Arap suyolu üzerinde ortak denetim kurulmasında ısrar etti. İki ülke arasındaki barış, ancak Irak’ın Kuveyt’i 1990 Ağustos ayında işgali ve ABD ile savaşa tutuşma korkusuyla İran’dan aldığı toprakları geri vermesiyle gerçekleşti.

Amerika Birleşik Devletleri, İran’daki müttefiki Şah'ı devirip iktidara gelen İslami rejimden hiçbir zaman hoşnut olmamıştı. Bu sebeple, 1967 yılında diplomatik ilişkilerini kestiği Irak ile tekrar yakınlaşmaya çalıştı. Çeşitli kanallardan Irak’a silah yardımı yaptı ve büyük miktarda borç para sağladı. Irak’ın biyolojik ve kimyasal silahlar üretmesine yardımcı oldu[kaynak belirtilmeli].

Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere 1986 Mart’ında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Irak’ın İran’a karşı kitle imha silahları (kimyasal ve biyolojik silahlar) kullanmasını eleştiren kararlar almasını, karşı oy kullanarak engelledi.

*Yaklaşık bir milyon kişi nin ölümüne, 150 milyar Amerikan Doları maddi hasara, her iki ülkede de ağır yıkımlara yol açmıştır. Irak'ın zaferleri ile başlayan savaş, İran'ın direnmesiyle yıpratma savaşına dönüşmüş ve galibi olmadan sonuçlanmıştır.

. Savaşan taraflar ufak kazançlar için ekonomik kaynaklarını tüketti. Savaşın sonucunda Irak-İran sınırı değişmedi. Savaşın etkileri yıllar boyunca hissedildi.

* İki ülkenin birbirlerinin petrol tesislerine saldırılar düzenlemesi sonucu petrol üretimi düştü, petrol fiyatları arttı.

* Savaş boyunca Irak, kendisini destekleyen devletlerden borç alarak silah satın almıştı. Bu borçları ödemekte zorlanması, 1990 yılında Kuveyt’e saldırarak oradaki petrol kuyularını ele geçirmeye çalışmasına yol açtı. Bu tavrı da Irak'ı uluslararası ilişkilerde yalnızlığa sürükledi ve desteksiz bıraktı.

 

KÖRFEZ SAVAŞI
S.)Körfez Savaşı hangi dönem savaşlar için kullanılmaktadır?

C.)

20. yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılın başlarında Basra Körfezi bölgesinde 3 önemli savaş olmuştur.

* Irak-İran Savaşı, 1980-1988 yılları arasında İran-Irak arasında olan savaş. 1980'lerde Körfez Savaşı olarak da anılmıştır. Bugün bu terim daha çok Irak ile koalisyon güçleri arasındaki iki savaşın ilki için kullanılır.
* 1. Körfez Savaşı, 1990-1991 yılları arasında Irak ve ABD önderliğinde koalisyon güçleri arasında yapılmıştır.
* Irak Savaşı, 2003- Irak ve ABD önlerliğinde koalisyon güçleri arasında, Saddam Hüseyin hükümetinin kaldırılması ile sonuçlanmıştır. Bu savaş sıklıkla 2. Körfez Savaşı olarak anılmaktadır.

S.)1. ve 2. Körfez savaşlarının nedenleri ve sonuçaları nelerdir?

Ç.) 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrasında A.B.D.'nin geliştirdiği yeni dış politika doktrinleri çerçevesinde, Afganistan'a yapılan askeri müdahalenin ardından, Körfez Savaşı'ndan beri tecrit edilmiş durumda ve ambargo altında bulunan Irak'a karşı 20 Mart 2003 tarihinde (başta Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık gelmek üzere) Koalisyon Güçleri olarak tanımlanan ülkeler ordularınca başlatılmış olan askeri saldırıları ve sonrasında işgal altındaki Iraklıların süregelen direniş eylemlerini kapsamaktadır. Halen fiilen devam etmektedir.

Irak Savaşı'nın aşamaları aşağıdaki başlıklarda toplanabilir.

* 20 Mart 2003 - 1 Mayıs 2003

Koalisyon güçleri ile düzenli Irak ordusu birlikleri arasındaki çarpışmalar.

* 2 Mayıs 2003 - 28 Haziran 2004


Düzenli birlikler arasındaki çarpışmaların sona ermesinden Irak'ın hükümranlık haklarının iade edildiği duyurusunun (Koalisyon Güçlerî'ne ait bir duyurudur) yapıldığı tarihe kadarki süre. Ebu Garip Cezaevi işkenceleri ortaya çıktı ve dünya kamuoyu önünde ABD'ye büyük bir zarar verdi.

* 29 Haziran 2004 - 30 Ocak 2005

Irak'ın hükümranlık haklarının iade edildiğinin duyurulmasından ilk Irak seçimlerine kadarki süre.

* 31 Ocak 2005 - 16 Aralık 2005

Irak geçici seçimleri ertesinden Irak genel seçimlerine kadarki süre.

* 17 Aralık 2005'den günümüze

Irak genel seçimleri ertesinden günümüze kadarki süre.

* 30 Aralık 2006

Saddam Hüseyin 04.55'te idam edildi.

Amerikan Başkanı George W. Bush, 11 Ocak 2007 Perşembe sabahı Türkiye saati ile 04.00'te ABD'nin yeni Irak stratejisini açıkladı. Bush, ABD halkına ve dünyaya seslendiği konuşmasında Irak Savaşı'nda birtakım hataların yapıldığını kabul ederek, "hataların yapıldığı yerlerde sorumluluk bana aittir" dedi. Bush, direnişle mücadele ve mezhep çatışmalarının önlenmesi konusunda başarısız olmalarının sebebi olarak asker sayısını daha önce artırmamayı gösterdi. Bush'un itirafının ardından açıkladığı yeni Irak stratejisinin temel unsuru asker artırımı. Bu strateji çerçevesinde Irak'a 21.500 Amerikan askeri daha gönderilecek. Bunların 17.500'ü Bağdat'a, 4000'i de Sünni direnişin kalesi El Anbar eyaletine konuşlandırılacak. Bu askerlerin Irak'ta ne kadar süre kalacağı belli değil. Yapılan açıklamaya göre ilk birlikler 15 Ocak'tan itibaren yola çıkacak. ABD'nin yeni Irak stratejisi ulusal uzlaşıyı sağlaması için Irak hükümetine daha fazla baskı yapılmasını da içeriyor. Sünnilerin siyasi sürece katılımının artırılması için bir an önce eyalet seçimlerinin yapılması, petrol yasasının çıkarılması, eski Baasçıları yasaklayan kanunun yumuşatılması isteniyor.

Bush, konuşmasında Irak Başbakanı Nuri El-Maliki'yi uyararak ""Irak hükümeti verdiği sözleri tutmazsa, Amerikan halkı ve Irak halkının desteğini kaybeder. Amerika'nın Irak için taahhütleri açık uçlu değildir." dedi. Yeni strateji uyarınca, Irak'a 1,2 milyar dolar ekonomik yardım yapılacak. Bush, ayrıca Irak hükümetinin de toplam 10 milyar doları kalkınma projelerine ayırmayı kabul ettiğini açıkladı. Bush yeni stratejsini açıklarken Suriye ve İran'ı da ağır şekilde suçladı. İran'ın Irak'taki mezhep çatışmalarını körüklediğini ileri süren Bush Suriye'nin de yabancı direnişlerin Irak'a geçmesine izin verdiğini savundu. Bush, Irak hükümetini desteklemeleri için Suudi Arabistan Ürdün ve diğer Körfez ülkelerine de çağrıda bulunarak onları "Bizim başarısızlığımız sizin için de tehdit oluşturur" diyerek uyardı.Bush konuşmasında sınırdaki sorunların çözülmesi konusunda PKK sorununa atıfta bulunarak Türkiye ve Irak ile birlikte çalışacaklarını söyledi ancak ayrıntı vermedi. Ancak PKK ile mücadelenin yoğunlaştırılması ve Kerkük konusunda Türkiye'nin hassasiyetlerinin dikkate alınmasının da ABD'nin yeni Irak stratejisinin bir parçası olduğu belirtiliyor.

* Sudan, Haiti, Kongo, Etiyopya, Afganistan, Irak..... n
* Birleşmiş Milletlere göre ‘Bugün yaşanan hava kirliliği, toprak kirliliği, yer altı ve yerüstü su kaynakları kirliliği, tehlikeli atıklar gibi çevre sorunlarının %34’ü savaşlar, yeni silah sistemlerinin geliştirilmesi çalışma ve harcamalarından kaynaklanmaktadır.
* Halen silahlanma için 2 gün içinde harcanan para 4.8 milyar ABD dolarını geçmektedir. Bu rakam BM lerin 3. Dünya ülkelerindeki çölleşmeyi önleme programı için 20 yılda harcadığı paraya eşittir.


* Körfez savaşında Kuveyt’te yakılan petrol kuyuları 600 milyon ton petrolü tüketerek havada is, gazlar ve tehlikeli kimyasallardan oluşan bir battaniye meydana getirmiştir.
* Çıkan duman güneşten gelen ışınları engellemiş; bölge ülkelerinde ısı yaklaşık 10° C düşmüştür.
* Petrol dumanı içindeki CO2 bölge ülkelerinde sera etkisi ve asit yağmurlarına neden olmuştur.
* Bugün Bağdat’ta yaşayanların büyük bir çoğunluğu Dicle’nin kirli sularını içiyor. nKanalizasyon atıkları; arıtma tesisleri tahrip olduğu için kontrolsüz şekilde Dicle’ye akıyor.
* Dicle nehrine akan kanalizasyon atıklarının içinde Amerikan Ordusunun atıkları da var. Bu atıklar son derece tehlikeli ağır metalleri de kapsıyor.
* Dicle sularının içme suyu olarak kullanıldığı bölgelerde sinir sistemi hastalıkları, doğum anomalileri ve kanserlerin görülme sıklığı arttığı Irak’lı uzmanlar tarafından belirtiliyor.…

amerika bölgede hüküm sürmektedir

* 1. Körfez savaşı sırasında başta içme suyu sistemleri, kanalizasyon yapıları ve barajlar olmak üzere Irak’ın tüm alt yapısı bombalanmıştır.
* 1. Körfez savaşında Bağdat’ta temiz su taşıma kanallarının % 40’ından fazlası tahrip olmuştur. 2. Körfez savaşında ise sistemin tamamı tahrip olmuştur.
* Irak’ın temiz su ve kanalizasyon sistemlerinin tekrar yapılandırılması için tahminen 11 milyar ABD doları gerekmekte idi..

 


S.)Yom Kippur Savaşı kimler arasında ,ne zaman oldu?Savaşın nedenleri ve sonuçları nelerdir?

C.)
1967 Arap İsrail Savaşı'ndan sonra ümitlerini; BM toplantılarına ve ABD-Rus görüşmelerine bağlamış olan Araplar, sorunun sürüncemede kaldığını anlamışlar ve ümitsizliğe düşmüşlerdir. Ancak ümitlerini dış faktörlerden bağımsız olarak düzeltebilecekleri konusundaki inançlarında artış olmuştur.

Bu gelişmeler ve geçmişte yapılan hatalar, işgal edilen Arap topraklarının kurtarılması için tek yolun, topyekün mücadele olduğu görüşünde birleşmelerine yol açmıştır. Başta Mısır, Suriye ve Ürdün olmak üzere Araplar bu düşünce altında askeri hazırlıklarını artırmaya başladılar. Diğer Arap ülkerleri de ekonomik açıda bu ülkelere destek olmaktadır.

6 Ekim 1973'te, Kara Kuvvetleri personel mevcudu, Mısır'ın 325. 000, Suriye'nin 112. 000 olmak üzere 473. 000 iken; İsrail'in savas mevcudu 105. 000 idi. Ancak, İsrail etkin seferberlik sistemiyle 48-72 saat zarfında personel mevcudunu 300. 000'e çıkardı. Bu savaş, hukuken Mısır, Suriye ve İsrail arasında cereyan etti. Lübnan ve Ürdün savaşa hukuken katılmaktan kaçındılar. Ancak bu savaşta tüm Arap ülkeleri tam bir dayanışma içinde Mısır ve Suriye'ye mali, siyasi ve askeri yardımda bulundular.

Mısır ve Suriye orduları, İsrail'in en büyük bayramını kutladığı gün (Yom Kippur), yani 6 Ekim 1973 günü saat 14:00'de taarruza Suriye Cephesi'ndeki taarruzları Golan mevzii derinliklerinde durduran ve iç hat harekatı yapan İsrail, önceliği Suriye Cephesi'ne verdi ve 9 Ekim sabahı Golan Cephesi'nde 11 Tugay toplayarak karşı taarruza geçti. 22 Ekim 1973'de İsrail, Hermon Dağı'nın en hakim yeri olan 2201 Rakımlı tepe bölgesini ele geçirdi ve Suriye topraklannda 20 Km. derinlik, 40 Km. genişlikteki araziyi işgal etti.

Sina Cephesi'nde kanalı geçmeye muvaffak olan Mısır l ve 2 nci orduları, BAR-LEV savunma hattını ele geçirdiler ve Kanalın 10-15 km. kadar doğusuna ilerlediler. 14 Ekim günü 5 piyade tümeni, l mekanize tümen ve dört zırhlı tugay (70. 000 personel, 700 tank) ile İsrail'in ikinci savunma mevzilerine taarruza geçtiler. Ancak, Suriye Cephesi'nde durumu lehine çevirmeye başaran ve 4 zırhlı tugayını Sina Cephesi'ne kaydıran İsrail, kısa sürede bu cephede de durum üstünlüğü sağlamaya muvaffak oldu. 16 Ekim 1973'de Sina Cephesi'nde genel karşı taarruza geçen İsrail, 18/19 Ekim gecesi Süveyş Kanalı batısına 2 tugay kadar kuvveti geçirmeyi başardı. Mısır, İsrail taarruzlarını İsmailiye-Kahire yolunun 5 Km. kadar doğusunda durdurabildi.

BM. 'in 22 Ekim ve 24 Ekim tarihli Ateşkes kararlarına uymayan İsrail, 26 Ekim günü Barış Gücünün gelmesiyle ateşkese uydu. Bunda SSCB. 'nin bölgeye tek taraflı kuvvet gönderme kararlılığı da etkili oldu. Ateşkes kararı yürürlüğe girdiğinde, Mısır 3 ncü ordusuna mensup 20. 000 kişi ile 200 tanktan müteşekkil birliklerinin Anavatanları ile bağlantısı kesilmiş bulunuyordu. Bu savaş sonunda Mısır 500, Suriye 500, Irak 120 tank, İsrail ise 600 tank kaybetmiştir. Savaş sırasında Mısır- Suriye kuvvetleri 8500, İsrail ise 6000 kayıp verdi.


Yom Kippur Savaşı İsrail'i; askeri, diplomatik ve ekonomik alanlarda ABD'ye eskisinden daha bağımlı kıldı. Savaşın hemen ardından başlayan, başını Suudi Arabistan'ın çektiği ve İsrail'i destekleyen ülkeleri hedef alan petrol ambargosu Mart 1974'e kadar sürdü. Ambargo sonucu petrol fiyatları yükselirken, dünya çapında benzin sıkıntısı başgösterdi.

Kökü tarihin derinliklerine inen ve yaklaşık 3500 yıllık bir geçmişe sahip bulunan Arap-İsrail Sorunu; 1850 yıllık bir aradan sonra, 1917 yılından itibaren tekrar başlamış ve 1948 yılında İsrail Devleti'nin kurulmasıyla şiddetlenmiştir. Taraflar amaçlarını gerçekleştirmek için Milli Güç Unsurlarını her alanda ve fırsatta kullanmışlarsa da; bu konuda verilen 4 savaş dahi kesin sonuç almalarına yetmemiştir. Keza Mısır'ın ABD. 'nin yanında yer alması ve Camp David Antlaşmaları dahi soruna kesin ve kalıcı çözüm getirememiştir

Sorunun halihazır ve gelecekteki muhtemel gelişmesi ve objektif bir değerlendirme yapabilmek için; tekrar amaç kavramına bakmakta yarar görülmektedir. İsrail için amaç tahakkuk etmiş olup, tespit edilen amaç doğrultusunda İsrail Devleti kurulmuş, bekası için gerekli şartlar önemli ölçüde sağlanmıştır. Araplar ise; başlangıçta tespit edilen amaçları gerçekleştirememişlerdir. Diğer bir ifade ile İsrail Devleti'nin kurulmasını engelleyememişler ve bekasının devamlılığını sağlayan şartları ortadan kaldıramamışlardır.

Altı Gün Savaşı 1967

S.)Altı Gün Savaşı ,ne zaman,kimler arasında oldu.Savaşın nedenleri ve sonuçları nelerdir?

C.) 5 Haziran 1967'de İsrail ile Arap İttifakı arasında başlayan ve 6 gün süren savaşa verilen addır. İsrail'in kesin üstünlüğü ile bitmiştir. Bu savaştaki önemli olaylardan biri de savaşı gözlemlemek üzere gönderilen USS Liberty adlı bir Amerikan gemisinin İsrail tarafından saldırıya uğramasıdır. Şimdiki birçok sorunun temelini oluşturur. İsrail topraklarını 4 katına çıkarmıştır. İsrail'in BM Kararını uygulamaması sonraki dönemde büyük sıkıntı oluşturmuştur.

1956 Süveyş Krizi, Mısır açısından askeri bir yenilgi, ancak politik bir zafer olmuştur. ABD ve Sovyetler Birliği'nden gelen ağır siyasi baskılar, İsrail'in kuvvetlerini Sina Yarımadası'ndan çekmesine yol açtı. 1956 savaşından sonra, Mısır sınır bölgesinin askerden arındırılması ve gerillaların sınırı geçip İsrail'e girmesini engellemek amaçlı bir Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün, Birleşmiş Milletler Acil Durum Kuvveti'nin yerleştirilmesine razı oldu. Mısır aynı zamanda önceki Süveyş Krizi'nde İsrail gemilerine kapatıp, krizin tırmanmasına sebep olan Tiran Boğazı'nı tekrar açmayı kabul etti. Sonuç olarak İsrail-Mısır sınırı bir süre sakin kaldı.

1956 krizi sonrasında bölgede sürdürülmesi mümkün olmayan bir denge oluştu. Bu dönemde hiçbir Arap ülkesi İsrail'i diplomatik olarak tanımamıştı. Suriye ise Sovyet Bloğu'ndan aldığı destekle 1960'ların başında İsrail'e karşı gerilla saldırılarına destek veriyordu.

1964 yılında İsrail, ulusal su yolu projesi için Ürdün Nehri'nden su almaya başladı. Ertesi yıl ise Arap devletleri, Ürdün Nehri'nden gelen suyun İsrail'e akmamasına yol açacak planlarını devreye soktular. Bu plan İsrail'in ulusal su yolu kaynaklarını %35, ülkenin toplam su kaynağını ise %11 azaltacaktı. İsrail Savunma Kuvvetleri (ISF) Suriye'de inşa halinde olan baraj tesislerine Mart, Mayıs ve Ağustos 1965'de saldırılarda bulundu. Bu saldırılar Suriye - İsrail arasında savaşa dek süren uzun sınır çatışmalarına yol açtı.

27 Mayıs 1967'de Arap ticaret birliğine olan konuşmasında Nasır "Eğer İsrail, Suriye veya Mısır'a saldırırsa bu bir genel savaştır ve Suriye ile Mısır sınırlarındaki noktalardan ibaret bir savaş olmayacaktır. Savaş bir genel savaşa dönüşecektir ve en büyük görevimiz İsrail'i yok etmektir." demiştir.

İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban otobiyografisinde "Nasır silahlı bir savaşa girmeyeceğini düşünmüştü. Onun amacı savaşsız bir galibiyet kazanmaktı." yazmıştır. James Reston, 4 Haziran 1967 tarihli New York Times'da yayınlanan yazısında "Kahire savaş istemiyor ve savaşa hazır değildir. Lakin çoktan savaş çıkma olasılığını kabullenmiş, olayın kontrolünü tamamen kaybetmiştir." demiştir.

Gazeteci Mike Shuster 2002 tarihli Amerikan Ulusal Devlet Radyosu'ndaki yazısında; savaştan önce bile İsrail'in kendisini yok etmek isteyen Arap ülkeleriyle çevrili olduğu gerçeğinin açık olduğunu dile getirmiştir. Shuster bunu "Mısır; milliyetçi ve Arap Orta Doğu'nun en güçlü ordusuna sahip Nasır tarafından yönetiliyordu. Suriye ise İsrail'i denize itmeye çalışan radikal Baas Partisi tarafından yönetiliyordu." diyerek açıklamıştır. İsrail'in provoke edici olarak gördüklerini ise kanalların İsrail'e kapatılması ve silahsızlaştırılması uygun görülen Sina Yarımadası'a asker çıkarılması olarak göstermiştir.

Savaşın başında Mısır, 160,000 askerinden 100,000'ini Sina Yarımadası'na yerleştirmişti. Bu 100,000 asker; Mısır'ın tüm kolorduları olan dört piyade, iki zırhlı ve bir mekanize kolordusundan oluşuyordu. Ayrıca dört bağımsız piyade ve dört bağımsız mekanize tabur da bölgedeydi. Bu askerlerin üçte birinden fazlası Yemen iç Savaşı'nda da savaşmış tecrübeli askerler, diğer üçte biriyse rezerv kuvvetlerdi. Kuvvetler 950 tank, 1,100 ZPT ve 1,000'den fazla topa sahipti. Aynı zamanda 15,000 - 20,000 arası Mısır askeri de Yemen'de savaşmaktaydı. Nasır'ın hedefleri konusundaki kararsızlığı, ordunun aldığı emirlere de yansımıştı. Genelkurmay Mayıs 1967'de operasyon planlarını dört kez değiştirmiş, her değişiklik askerler ve araçlar üzerine yeni yük bindiren bir yer değiştirmeye sebep olmuştu. Mayıs sonuna doğru Nasır, genelkurmayı ikna ederek Kahir ("Zafer") adlı planı devreye soktu. Plana göre hafif piyadelerle ön cephede oluşturulacak bir erken İsrail ilerlemesini zayıflatacak, arka hatlarda tutulacak büyük kuvvetler ise İsrail hücumu tanımlandığında karşı saldırıda kullanılacaktı. Ayrıca bu birlikler Sina'nın ileri defans hattını oluşturacaktı. Bu sırada, Nasır Mısır, Suriye ve Ürdün'deki seferberliğin seviyesinin arttırılması ve İsrail'de baskıda bulunulması için de çalışmaktaydı.

Ürdün ordusunun toplam 55,000, Suriye ordusunun ise 75,000 askeri vardı.

İsrail ordusunun toplam asker sayısı, rezervler dahil olmak üzere 264,000 askerdi. Ancak bu rakam, rezervlerin sivil yaşam için hayati mevkilerde bulunmaları sebebiyle erişilmesi çok zordu.[26] James Reston, New York Times'da 23 Mayıs 1967 yazısında, "Disiplin, eğitim, moral, ekipman ve genel güç bakımından (Nasır'ın) ordusu ve diğer Arap kuvvetleri, Sovyet yardımı olmadan İsrail'e denk değiller. (Nasır) Yemen'de 50,000 asker, en iyi generaller ve hava desteğine sahipken bu küçük ve geri kalmış ülkede başarı sağlayamadı, hatta Kongo asilerine yardım çabaları bile sonuçsuz kaldı."

1 Haziran akşamı, İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, İzhak Rabin ve GOC (???), Güney Tugay Komutanlığı Generali Yeshayahu Gavish'ı çağırarak Mısır'a karşı planını sundu.

Rabin, Güney Komutanlığı'nın Gazze Şeridi'ne dek savaşarak ilerlediği, sonra bölgeyi ve halkını Mısır'a karşı Tiran Düzlükleri açılana dek rehine olarak tutacağı bir plan sundu. Gavish ise Mısır kuvvetlerinin Sina'da yok edilmesi için daha geniş bir plana sahipti. Rabin, Gavish'in planının tarafını tuttu, daha sonra Dayan da aynı anda Suriye ile çatışmaya girilmemesi şartıyla bu plana destek verdi.

 

Suveys Krizi 1956

S.)1956 Süveyş Krizi olayının nedeni ve sonuçları nelerdir?

C.), 1956 yılında İsrail, İngiltere ve Fransa'nın oluşturduğu gizli ittifak ile Mısır arasında yapılan savaştır. Mısır lideri Nasır'ın Süveyş Kanalını millileştirdiğini açıklamasından sonra çıkan savaş, Sovyetler Birliği'nin Londra ve Paris'e atom bombası atma tehditi karşısında İngiltere ve Fransa'nın geri adım atmasıyla sonlanmıştır. Süveyş Krizi, İkinci Dünya Savaşı öncesinde dünyaya egemen olan Batı Avrupalı devletlerin mutlak egemenliğinin son bulduğunu ve artık Amerika'nın desteği olmadan hareket edemeyeceklerini göstermiştir.

1950'lere gelindiğinde Mısır’da egemen bir devlet kurulmuş olmasına rağmen Süveyş Kanalı’nın denetimi Batılı Devletler’in kontrol ettiği Kanal Şirketi’ndeydi. Şüveyş kanalı yoluyla başta İngiltere ve Fransa olmak üzere pekçok Batı Avrupa devleti, Körfez ülkelerinden petrol alıyordu.

Mısır’da 1952 yılında iktidara gelen Cemal Abdulnasır, ülkesini askeri yönden güçlendirmeye ve İsrail karşısında üstün duruma geçmeye çok önem verdi. Bu amaçla, Sovyetler Birliği’ne yaklaşmaya ve Çekoslovakya üstünden silah almaya başladı. Ayrıca, Asuan Barajı’nı bitirip, ülkenin ekonomik kalkınmasını sağlamak istiyordu. Fakat bunlar için büyük miktarda mali yardıma ihtiyacı vardı. ABD ve İngiltere’den kredi almayı denediyse de, bu iki ülke Mısır’ın Doğu Bloğu’ndan silah alması ve İsrail karşıtı militanları desteklemesi sebebiyle kredi vermediler.

Bunun üzerine Nasır, ihtiyacı olan mali gücü sağlamak için Süveyş Kanalı’nı işleten Kanal Şirketi’ni milleştirdiğini açıkladı. Kanal Şirketi’nin hisselerinin değerini sahip devletlere ödeyeceğini açıkladıysada, bu karar İngiltere ve Fransa’dan çok büyük tepki aldı. Çünkü, bu iki devlet için Süveyş Kanalı, Basra Körfezi'ndeki devletlerden aldıkları petrolün taşınması için çok önemliydi. Bu nedenle burada, Sovyetler’e yanaşmaya başlayan Mısır’ın denetim kurması tehlikeliydi. Ayrıca çok karlı olan Kanal Şirketi hisselerini Mısır’a devretmek istemiyorlardı.

Anlaşmazlığı çözmek için toplanan Londra Konferansı’ndan sonuç çıkmadı. Bunun üzerine İngiltere başbakanı Antony Eden Paris’e gitti. Paris dışındaki Sevr’de toplanan İngiltere, Fransa ve İsrail Mısır’a askeri müdahele kararı aldı. Buna göre İsrail Mısır’a saldıracak, İngiltere ve Fransa ise savaşanları ayırmak bahanesiyle bölgeye asker çıkartıp kanalı işgal edeceklerdi. İki ülke arasındaki çatışmalar durdurulduktan sonra ise, “daha başka çatışmaları önlemek ve dünya ticaretinin bölge savaşlarından etkilenmemesini sağlamak” amacıyla bölgede kalıcı bir İngiliz-Fransız birliği konuşlandırılacaktı.

Anlaşmaya göre İsrail 29 Ekim 1956’da Sina yarımadasını işgale başladı. Derhal harekete geçen İngiltere ve Fransa, Mısır’a bölgeye asker yollayarak “savaşı durdurmayı” önerdi. Nasır’ın bunu reddetmesinin ardından ise iki devlet askeri harekata başladı. İngiltere’den ve Fransa’dan birçok uçak gemisinin katıldığı harekat 5 Kasım’a kadar hava saldırısı; sonrasında ise paraşütçü birliklerin indirilmesi şeklinde gerçekleşti. Taktik açıdan harekat çok başarılı oldu. İngiliz ve Fransız birlikleri, Mısır birliklerini yenip kolayca kanalı ele geçirdi ve bölgeye hakim oldu.

Hem Sovyetler Birliği, hem de Amerika Birleşik Devletleri bu saldırıya karşı cephe aldılar. Amerika ve Sovyetler’in savaşa karşı ortak tavır koymaları, Soğuk Savaş’ın ender olaylarından biridir. Sovyetler’in, Mısır’dan çekilmemeleri durumunda Paris ve Londra’ya nükleer saldırı yapma tehdidi sonrasında İngiltere ve Fransa ateşkes ilan edip geri çekilmek zorunda kaldı. Kasım’da başlayan geri çekilme Aralık ayında tamamlandı.

Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler’in Doğu Avrupa’da yayılmasına büyük tepki gösterdiği halde kendi müttefiklerinin benzer emperyalist amaçlar için savaşması karşısında hem kendi içinde hemde uluslararası ortamda tepki görmüştü. Bu nedenle harekata karşı çıkmış ve Sovyetler’in saldırı tehdidi karşısında İngiltere ve Fransa’yı yalnız bırakmıştır. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri, Süveyş Krizi’nin daha büyük bir çatışmaya dönüşmesi ve Doğu/Batı Blokları arasında bir savaş şeklini almasından korkuyordu.

ABD’nin bu harekata karşı olmasındaki diğer bir neden ise, bu savaşla bölgedeki Batı karşıtı akımların güçlenip Arap ülkelerinin Sovyetler’e yanaşmasıydı. Petrol sebebiyle çok önemli olan bu bölgede Sovyet ektisi, Amerika için kabul edilemez olurdu.

Savaş’ın sonlanmasıyla, Kanada Dışişleri Bakanı Lester Pearson, Birleşmiş Milletler Barış Gücü kurularak Gazze Şeridi’ne ve Sina Yarımadası’na yerleştirilmesini önerdi. Birçok ülkenin katılımıyla oluşturulan bu gücün “barış sağlanıncaya kadar Mısır ve İsrail'in savaşmasını engellemek” sorumluluğunu üstlenmesi gerekiyordu.

1967’ye kadar bölgede kalan Barış Gücü, bu tarihte çekilmiş ve hemen ardından Altı Gün Savaşı çıkmıştır.

Süveyş Krizi’nin en önemli sonucu, Avrupa Devletleri’nin zayıflığını göstermesi oldu. Yarım yüzyıl öncesinde dünyaya mutlak egemen olan İngiltere ve Fransa’nın artık Amerika’nın askeri desteği olmadan hareket edemeyeceği ortaya çıkmıştı. Bu, dünya hakimiyetinin Avrupa’dan Amerika ve Sovyetler’e geçtiğinin ilanı olmuştur.

Süveyş Krizi, İngiltere’nin Falkland Adaları Savaşı’na kadar Amerika’nın desteği olmadan yaptığı son harekattır. Bu süre içinde İngiltere, askeri harekatlarında hep Amerika’nın desteğini arayacaktır.

Fransa’da ise General de Gaulle, Fransa’nın dış politika amaçları için Amerika’ya güvenemeyeceğini anlamıştır. İktidara geldikten sonra de Gaulle, Fransa’nın bağımsız bir politika izleyebilmesi için nükleer silah geliştirilmesine başlayacak ve Fransa'yı NATO'nun askeri kanadından çekecektir.

Süveyş Krizi’nden Nasır, Arap dünyasının en güçlü lideri olarak çıktı. Mısır, savaşı kaybetmiş ve büyük asker kaybı vermiş olmasına rağmen Süveyş Kanalı üzerinde denetimini kurmuştu. Mısır’da 1881 yılından beri var olan İngiliz etkisi ortadan kaldırılmıştı.

Süveyş Krizi sonrasında Nasır yükselirken, İngiltere’de başbakan Antony Eden istifa etmek zorunda kalıyordu.

İngiltere ve Fransa’nın zayıflığının ortaya çıkması ve Mısır’ın ayakta kalması kolonilerin bağımsızlaşma sürecini hızlandırdı. Bu iki devletin kalan kolonileri ileriki yıllarda bağımsız oldular.

Mısır’ı kurtaran, İngiltere ve Fransa’yı geri çekilmeye zorlayan, Sovyetler Birliği’ydi. Bu tarihten sonra bölgede Sovyetler’in prestiji hızla artmaya başladı


 

S.)Kore Savaşı ne zaman,kimler arasında oldu?Savaşın nedenleri ve sonuçları nelerdir?

C.) Güney Kore'de Hanguk-jeonjaeng (Han-Guk Savaşı) ve ya Yugio sabyeon (25 Haziran Olayı), Kuzey Kore'de Chogukhaebang chŏnjaeng (Vatan Kurtuluş Savaşı).

1950-1953 yılları arasında yapılan, Kuzey Kore ile Güney Kore arasındaki savaştır. Savaş, Amerika ve Müttefiklerinin, daha sonra da Çin Halk Cumhuriyeti'nin müdahelesiyle uluslararası bir boyut kazanmıştır. Kore Savaşı sonunda Kore'nin bölünmüşlüğü korunmuş ve bugüne kadar gelen birçok sorun miras kalmıştır.

Savaş öncesinde Kore, kolera salgınlarına uğrayan, okuma-yazma oranı düşük ve endüstrileşmeyi kaçırmış bir ülkeydi. Son yüzyıl boyunca, Uzakdoğu güç oyunlarında satranç tahtasındaki bir piyon gibi oynanmıştı. Kendi güvenliğini arttırmak ve Çin üzerinde daha rahat nufuz kurmak için 1905 yılında Japonya, Rus Çarlığı'nı yenerek Kore'ye sahip olmuştu.

Kore; 1945 yılında Japonya'nın teslimiyetinden sonra, Amerika ile Sovyetler Birliği arasındaki anlaşmazlığın yüzeye çıktığı ilk yerlerden birisi oldu. Bu iki süper güç Japonya'dan aldıkları Kore toprakları üzerinde yerli ama kendilerine bağımlı hükümetler kurduktan sonra 1948-1949 yıllarında askerlerini çektiler. Böylece Sovyet yanlısı Kuzey Kore ile Amerikan yanlısı Güney Kore kuruldu ve 38. enlem aralarında sınır oldu.

Sovyet lideri Stalin'in desteğiyle Kuzey Kore birlikleri 25 Haziran 1950'de 38. enlemin güneyine doğru hareket etti. Böylece Kore Savaşı resmen başlamış oldu.

ABD Başkanı Truman'a göre bu harekat Sovyetler Birliği tarafından yönetilmekteydi ve geniş ölçekli bir Çin-Sovyet ortak saldırısının ilk adımıydı. Fakat yine de Amerika'nın ilk tepkisi ölçülüydü. Truman Japonya'daki Amerikan birlikleri komutanı General Douglas MacArthur'a Güney Kore'ye malzeme yardımı yapılması için emir verdi. Ayrıca Amerika, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ni derhal toplantıya çağırdı. Bir Amerikan tasarısı dokuz olumlu ve bir çekimser (Yugoslavya) oy ile kabul edildi. Kıta Çin'inin (Çin Halk Cumhuriyeti) BM'de temsil edilmemesini protesto etmekte olan Sovyetler Birliği, temsilcilerini konseyden çekmiş olduğu için kararı veto edemedi. Güvenlik Konseyi'nin aldığı bu kararla Kuzey Kore'nin saldırgan olduğu belirtiliyor ve birliklerini 38. enlemin kuzeyine çekmesi isteniyordu.

Kuzey Kore'nin BM kararını dinlememesi ve askeri durumun Güney Kore açısından gittikçe kötüleşmesi, Amerika'nın Hava ve Deniz birliklerini harekete geçirmesine yol açtı. 8. Amerikan Filosu Tayvan Adası'na yollanarak Kore'nin düşmesi durumunda adanın savunulmasında güçlü olunması sağlandı. Aynı gün, yani 27 Haziran'da, BM Güvenlik Konseyi, üye devletleri Güney Kore'ye yardım etmeye çağıran karar tasarısını kabul etti (7'ye karşı 1 oyla; Yugoslavya karşı, Mısır ve Hindistan çekimser).

Birleşmiş Milletler'in Güney Kore'ye birlikler yollamasıyla (bu birliklerde kara kuvvetlerinin %50'si, hava kuvvetlerinin %93'ü ve deniz kuvvetlerindin %86'sı Amerikalı'ydı) Kuzey Kore yenilmeye ve geri çekilmeye başladı. Kuzey Kore'yi 38. paralelin kuzeyine iten BM kuvvetleri eski sınırlarda durmadı ve iki Kore'yi birleştirme amacıyla Kuzey'i işgale başlayıp Çin sınırına kadar yaklaştı.

Bu durum, savaşa daha önce ilgisiz olan Çin'in tepkisine yol açtı. O zamana kadar Çin, bütün ilgisini milliyetçi Çin hükümeti'nin idaresinde olan Formoza (Tayvan) Adası'nın geri alınmasına vermişti. Ancak, Amerikan müttefiki bir Kore kurulması Çin'i ciddi bir şekilde tehdit ediyordu. 38. Enlem'in geçilmesi durumunda savaşa gireceğini açıklayan Çin, BM birliklerinin durmaması sebebiyle aktif olarak Kuzey Kore'yi desteklemeye başladı.

24 Ekim 1950'de Amerikalı Mareşal Douglas MacArthur "savaşı bitirecek bir hücuma" girişeceğini söylemesiyle 'Çin Halk Gönüllü Ordusu' (Çince: 中国人民志愿军)' adında yüzbinlerce Çinli "gönüllü" sınırdaki Yālù nehrini geçerek gizlice Kore'ye girdi ve birçok Amerikan/BM birliğini savaş dışı bıraktı. BM'nin zaferi, kısa süre içinde toplu geri çekilme halini almıştı.

Ocak 1951'de Başkan Truman, savaşı yürütebilmek için, Amerikan Kongre'sinden özel yetkiler istedi. 50 Milyar dolarlık bir savaş bütçesi oluşturuldu. Amerikan ordusu kısa süre içinde mevcudunu %50 arttırdı ve bölgeye ek hava birlikleri yolladı.

Kore Savaşı artık Kuzey - Güney Kore savaşı değil, Çin-ABD savaşı olmuştu.

'Çin Halk Gönüllü Ordusu' BM birliklerini 38. paralelin güneyine püskürterek Güneyi işgale başladı. Ancak, Birleşmiş Milletler ordularının karşı saldırısı sonucunda cephe 38. paralel boyunca sabitlendi. Bu arada Mareşal Douglas MacArthur'un, Başkan Truman'ın aksi yöndeki emirlerine riayet etmeyerek ordularını tekrar Çin sınırına kadar ilerletmek istemesi üzerine Truman tarafından resmen emekliye sevkedildi. Savaşın durağan bir nitelik alması ve iki tarafın da herhangi bir kazanç elde edememesi, tarafları barış görüşmeleri yapmaya itti. 1951 Nisan'ında başlayan görüşmeler sonucunda ancak 1953 Temmuzu'nda barış antlaşması imzalandı.

Kore Savaşı sonucunda Kuzey Kore, Çin ile batı bloğu arasında tampon bölge haline geldi. Savaştan yine en çok Koreliler zararlı çıktı. Kore yakılıp yıkıldı;yaklaşık olarak 3 milyon insan öldü Bunlardan yaklaşık 36.000'i Amerikan askerinden, 600.000'i Koreli askerlerden ve 500.000'i Çin'li askerlerden oluşmaktadır.

Bu savaş Amerika Birleşik Devletleri'ne atom silahları gücüne güvenmemeyi öğretti. Amerika'nın atom üstünlüğüne karşın Çin'in ve Sovyetler'in Kuzey Kore'yi desteklemesi, Batı Bloğunu konvansiyonel savaş gücünü arttırmaya itti.

Sovyet baskısına karşı müttefikler arayan ve bu sebeple NATO'ya girmek isteyen Türkiye, bu isteklerini daha kolay elde etmek ve Amerika'ya yakınlaşmak amacıyla Kore Savaşı'na bir tugay yollamıştır.
259 subay, 18 askeri memur, 4 sivil memur, 395 astsubay, 4414 erbaş ve er olmak üzere 5090 kişilik Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasındaki 1. Türk tugayı, 17 Eylül 1950'de İzmir'den hareket ederek 12 Ekim 1950'de öncü takmı Pusan limanına ulaştı ve 17 Ekim'de ana birliği de Pusan'dan karaya çıktı. Aynı gün Pusan'dan hareket ederek 20 Ekim'de Taeg'a varıp Birleşmiş Milletler ordularına iştirak etti. 10 Kasım'da Taeg'dan hareket ederek 21 Kasım'da Kunuri'ye vararak Amerikan 9. Kolordusu'nun sağ kanadında konuşlandırıldı.

Kore Savaşı'nda çok kiritik noktalarda görevler üstlenen Türk Tugayı 6 Ocak 1951'de Chonan'da 20 gün ihtiyatta kaldıktan sonra savunma mevziinin bir bölümünü elde geçirmekle görevlendirildi. Bu görev için 24 Ocak'ta Chonan'dan hareket eden Türk Tugayı'nın yapacağı muharebenin mahiyeti, düşman mevziine cepheden taarruz etmekti ve netice süngü ile alınacaktı. Sonuçta 26 Ocak 1951'de Kumyangjangni kasabası, 156 rakımlı tepe ve 25 Ocak 1951’de de düşmanın direnek halinde tahkim ettiği 185 rakımlı tepe ele geçirildi. Bu başarılı muharebelerinden dolayı Türk Tugayı'na Amerikan Kongresince Mümtaz Birlik Nişanı ve beratı verildi. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerine Güney Kore Cumhurbaşkanlığı Birlik Nişanı verildi.

24 Kasım 1950 sabahı kuzeye ilerleme emrini alan tugay Kunuri'den hareket ederek Kaechon, Sinnimni, Wawon boyunca Tokchon'a doğru yola çıktı. Ancak etrafında Çin Halk Gönüllü birlikleri cephenin arkasına sızmaya başladı. Bu duruma farkeden Amerika ve Güney Kore birlikleri ricat etmeye başladılar. Ancak Türk tugayına ricat emri geç ulaştı. 1. Taburun etrafı kuşatılıp süngülü çatışmaya girmek zorunda kaldı. Ricat harekâtını sağlamak için sonuna kadar direnen 3. Tabur 9. Bölük imha edildi. Geri kalan Türk birlikleri ise Chongchon nehri boyunca geri çekildi.
Çinliler tarafından kuşatılan Türk Tugay'ının subayları ve erleri son ana kadar direnmiş ve Amerikan 9. kolordusunun çevrilmesini önlemişlerdir. Türk Tugay'ının bu kahramanlığı Birleşmiş Milletler'in diğer birliklerinin takdirini toplamıştır.


Turkish Order of Battles
1. Türk Tugayı (Tugay Komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı, dönüşte DP milletvekili)

* 241. Piyade Alayı (Alay Komutanı Albay Celâl Dora, alay lağvedildikten sorna Tugay komutan yardımcısı, dönüşte CHP milletvekili)
* 1. Tabur (Tabur Komutanı Binbaşı İmadettin Kuranel)
* 2. Tabur (Tabur Komutanı Binbaşı Miktat Uluünlü, 18 Mayıs 1951'de şehit Mezartaşı)
* 3. Tabur (Tabur Komutanı Binbaşı Lütfi Bilgin, 24 Mayıs 1951'de şehit Mezartaşı)


1. Türk Tugayı'nın toplam kaybı şöyledir: 721 şehit, 2111 yaralı, 175 kayıp , 234 esir (POW) , 298 belirsiz

 

S.)Eşref Sencer Kuşçubaşı kimdir?

C.) (d. 1873, İstanbul - ö. 1964, İzmir) Kuşçubaşı Eşref adıyla da anılır. Kafkas kökenli Türk istihbaratçı, gerilla savaşçısıdır.

Sultan Abdüllaziz'in kuşçubaşısı Çerkes Mustafa Nuri Bey'in oğludur. Harb okulunun son sınıfında iken Jön Türkler'le ilişkisi yüzünden 2. Abdülhamit tarafından Hicaz'a sürgün gönderilmiştir. Sürgünde bulunduğu zindandan kaçıp, 2. Abdülhamit'in baş yaverinin oğlunu üç tabur korumanın arasından kaçırmayı başarmıştır. Arabistan'da 2. Abdülhamit'e karşı giriştiği isyan hareketi sırasında tüm Arabistan'ı dolaşmış, yerel şeyhlerle dostluk kurmuştur. Her an her yerde ortaya çıkabildiği için kendisine şeyh-it tuyyur -uçan şeyh- denilmiştir.

II. Abdülhamit meşrutiyeti ilan etmek zorunda bırakılıp, aralarında Kuşçubaşı'nın da bulunduğu pek çok kişiye af çıkarmasıyla birlikte isyanına son vermiştir. İsyan sırasında etrafına topladığı kendisine bağlı silah arkadaşlarıyla beraber, kurulan Teşkilat-ı Mahsusa adlı istihbarat örgütüne katılmışlardır.

1911 yılında Trablusgarb'ta Enver bey ile birlikte direniş hareketlerini örgütlemiş, 1912 yılında 2. Balkan Savaşı sırasında Enver Bey, kardeşi Sami Kuşçubaşı, Cihangiroğlu İbrahim ve Süleyman Askeri ile birlikte Çorlu, Tekirdağ, Malkara, Hayrabolu ve Edirne'nin kurtarılmasında yer almıştır. Aynı yıl Süleyman Askeri ve yörenin ileri gelenleri ile beraber Batı Trakya'da ilk Türk Cumhuriyeti'nin kurulmasına katkıda bulunmuştur.

1. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla birlikte 1914-1915 yılları arasında Teşkilat-ı Mahsusa'nın Arap Yarımadasından sorumlu başkanı olarak görev yapmış, Süleyman Askeri Bey'in ölümünü takiben Teşkilat-ı Mahsusa başkanı olmuştur (1915-1918).

1. Dünya Savaşı sırasında İngilizler'e karşı girişilen Süveyş Kanal Harekatı'nda (1916) öncü birliklere komutanlık etmiş, Hayber'de Faysal'ın (sonradan Irak Kralı olacaktır) 20 bin kişilik birliğine karşı 40 kişilik Teşkilat-ı Mahsusa birliği ile beş saatten fazla savaştıktan sonra yaralı olarak ele geçirilmiştir (1918).

Yakalandıktan sonra Lawrence'a şöyle dediği iddia edilmektedir:
- "Lawrence, kazandığını sanıyorsun. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi. Hükümetinin başına öyle musibetler salacağım ki, 2 asır uğraşsanız bitiremeyeceksiniz."

Kuşçubaşı'nın bu sözünün arkasında Teşkilat-ı Mahsusa'nın IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) yapılanmasını örgütlemiş ve desteklemiş olmasına inanılmaktadır.

Bir savaş gemisi ve bir denizaltı eşliğinde Malta'ya sürgüne gönderilmiş, sürgünlüğü sırasında Arabistan'daki macerasını, yakalanışının ve sürgün hayatının ayrıntılarını anlatan bir eser yazmıştır.

İngilizler'le imzalanan esir değiş-tokuş anlaşması gereği serbest bırakılmış, deniz yoluyla Anadolu'ya dönmüştür. Malta dönüşü hemen milli mücadeleye katılmış, kendi yetiştirdiği Çerkes Ethem'in kuvvetlerinde yer almıştır (1920). Çerkes Ethem'in isyanı üzerine kendisi de, yunanlılara sığınmıştır.

İstiklal savaşının kazanılmasından sonra, Mustafa Kemal önderliğindeki "Anadolu bağımsızlığını"n yerine, "İngiliz ve Yunanlılar'ın kuklası bir yönetim" tercih etmiş, Şubat 1921'den sonra, Yunanlılar'la işbirliği içinde Milli Mücadele aleyhtarı olmuş, Demirci Akıncıları tarafından "müslüman gavur" diye adlandırılan "emperyalist işbirlikçilerin" saflarında yer almıştır.

Lozan görüşmeleri sırasında Midilli adasına gelerek, Yunanlılarca Midilli'de örgütlenen "Çerkezlerden" kurulu çetelerin başına geçmiştir. Bu çeteler, Yunan savaş gemileri yardımı ile Anadolu-Ege sahillerine gizlice (Ayvalık-Sarmısaklı plajı) çıkartılarak, bu yörelerde Ankara Hükümeti'ne karşı isyanlar organize etmiştir.

İngiliz Midilli Başkonsolosu tarafından 12 Nisan 1923 tarihinde İngiltere'ye gönderilen gizli raporda; "Kuşçubaşı Eşref'in bir ay önce Berlin'den Midilli'ye geldiği ve 1400 kişiden oluşan suikast birliğinin başına geçtiği" ve kendisinin işbirlikçileri, -ki arasında 50 kişilik çetesi ile Ermeni Tsakidji'de vardır- ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Kuşçubaşı Eşref, Anadolu Bağımsızlık hareketine karşı, Çerkez Ethem ile işbirliği içinde Yunan ve İngiliz yandaşıdır. Atatürk'e kesin olarak karşıdır. Lozan Antlaşması'nın Temmuz-1923'de imzalanması ile, Yunan ve İngiliz işbirlikçisi olmasından dolayı, Çerkez Ethem'le birlikte 150'likler listesinde yer almış ve vatana girişi 1936 yılına kadar yasaklanmıştır.

1955'te yurda dönene kadar birçok Arap ülkesinde ikamet etmiş olup bu zaman içerisinde herhangi bir istihbarat faaliyetine katılmamış olduğu tahmin edilmektedir. 1955-1964 yılları arasında Türkiye'de bulunmuş ve beraber savaştığı silah arkadaşlarının mezarlarını dolaşmıştır.



'Çalışmadan,Öğrenmeden,Yorulmadan,rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler;evvela haysiyetlerini,sonra hürriyetleri ni ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar… ATATÜRK

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol