İÇİNDEKİLER

LİSE:4
=> TÜRK BAĞIMSIZLIK SAVAŞI(1919-1922)
=> TÜRK DEVRİMLERİ
=> ATATÜRK İLKELERİ
=> ÇTDT:İSMET İNÖNÜ
=> Bilim ve Teknoloji(20.Yüzyıl)
=> CUMHURBAŞKANLARIMIZ VE BAŞBAKANLARIMIZ
=> TEST-İnkılap Tarihi
=> ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ
=> ÇTDT-KRONOLOJİ(DÜNYA)
=> Cepheler(Konu+Test)
=> TEST(ÖSS-Osm)
=> 150’LİKLER
=> 1923-1950 ARASI GELİŞMELER
=> 1950-1960 ARASI GELİŞMELER
=> 1960-1971 Arası Dönem
=> 1971-1980 Arası GELİŞMELER
=> 1980 Sonrası Gelişmeler
=> YORUM
=> ORTADOĞU VE GELİŞMELER
=> Cemiyet-i Akvâm
=> Kıbrıs Barış Harekatı
=> MEHMET ORHAN EFENDİ
=> 2. DÜNYA SAVAŞI
=> Kore Savaşı
=> AET
=> İran-Irak Savaşı(1980-88)
=> Körfez Savaşı(1990-91)
=> Arap-İsrail Savaşları
=> Kısa süreli savaşlar
=> TOPLUM ÇEŞİTLERİ
=> LİBERALİZM
=> BÜYÜK SANAYİ DEVRİMİ
=> 1.ÇTDT / Çalışma soruları
=> sınıf:1-2-3-4/soru-cevap
=> Dış Politika(1923-38)
=> 3.Dünya Ülkeleri
=> 2/soru-cevap
=> RUS DEVRİMİ
LİSE:3
İRFAN GEZER
LİSE:1
LİSE:2
Yeni sayfanın başlığı

           

  ATATÜRK'ÜN İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDEKİ GÖRÜŞLERİ

    Atatürk II.Dünya Savaşı çıkmadan önce Avrupa’daki gelişmelere bakarak ; Almanya’nın bütün Avrupa’yı işgal edecek ordu kurabileceğini, çıkacak savaşın 1940-1946 yılları arasında olabileceğini, ABD’nin savaşa katılacağını,Avrupalı devletlerin bencilce davranışlarının yeni felaketlere yol açabileceğini belirtmiştir.

     Atatürk, savaş karşısında birlikte hareket edilerek barışın korunmasını savunmuştur. Almanya’nın ırkçı politikalar izlemesinin ve İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesinin çok tehlikeli sonuçlar doğuracağını vurgulamıştır. Atatürk, Türkiye’nin çıkabilecek bir savaşa katılmayarak tarafsız kalmasını ve barış içinde yaşaması gerektiğini vurgulamıştır.






 
II.DÜNYA SAVAŞI(1939-1945)

 Nedenleri

*Almanya'da Nasyonal Sosyalistlerin 1933'de iktidar mevkiine geçmeleriyle Almanya savaş hazırlığına başladı. Bu hazırlığın nedenini, Nazi rejiminin emperyalist siyasetinde ve Almanya'nın Versay Antlaşmasıyla uğradığı haksızlıklara ve zulümlere karşı isyan ederek haklarını geri almak istemesidir.

SAVAŞIN BAŞLAMASI:
    Adolf Hitler, aynı siyaseti güden Japonya ve İtalya ile birleşti. Bu üç devlet saldırıcı nitelikte bir bağlaşma meydana getirdiler. Bu bağlaşmaya "Üçlü Mihver" adı verildi ( 27 Eylül 1940)

   İkinci Dünya Savaşı, Alman ordularının 1 Eylül 1939'da Polonya'ya saldırması ile başladı. 3 Eylül'de İngiltere, onun arkasından Fransa, Polonya'ya yardım amacıyla Almanya'ya savaş ilan ettiler.

SAVAŞIN GELİŞİMİ:
    Savaş kısa zamanda alanını genişletti. İskandinavya'dan Kuzey Afrika'ya, Balkanlardan Manş kıyılarına kadar olan bütün yerleri Almanyalar "Yıldırım Savaşı" usulüyle ele geçirdiler. 1939'da Sovyet Rusya ile Almanya arasında imzalanan dostluk paktına rağmen 22 Haziran 1941 tarihinde Alman orduları Rusya üzerine yürüdü. Bunun üzerine 12 Temmuz 1941'de Rus-İngiliz bağlaşması imzalandı.
    7 Aralık 1941'de Japonya Havai Adalarındaki Pearl Harbour limanında bulunan Amerikan donanmasına baskın yapmak suretiyle savaşa girmiş oldu. Roosevelt Japonya'ya savaş ilan ederek Rusya ve İngiltere yanında İkinci Dünya Savaşına girdi (1941).
   1942 yılında Mihver devletler her tarafta üstün bir durumda idi. Müttefikler ise bu beş yıl içinde hazırlıklarını tamamlamak için savunmada kaldılar.
      1942 yılı sonlarında müttefikler duruma hakim olmağa başladılar. Az zamanda büyük bir hava kuvveti ve donanma yapmayı başaran Amerikalılar Pasifik'te Japonları geri çekilmeğe zorladılar.
      1 Ekim 1943'de müttefikler Sicilya Adasından İtalya'yı geçerek birinci cepheyi açtılar. İtalyanlar bir süre sonra teslim oldular. 6 Haziran 1944'de müttefik kuvvetler Fransa'dan Normandiya kıyılarına çıkarma yaparak Almanya'ya karşı ikinci cepheyi açtılar.
 

 SAVAŞIN SONUCU:  

    1945 senesinde Nazi Partisi dağıldı. Yeni Almanya Hükümeti 7 Mayıs 1945'de kayıtsız şartsız teslim oldu. Savaş halinde olan yalnız Japonya kalmıştı. Amerikalılar Nagazaki ve Hiroşima üzerine atom bombaları attıktan sonra 1945'de Japonlar teslim oldular. Böylece İkinci Dünya Savaşının askeri safhası sona ermiş oldu.

 II. Dünya Savaşı sonrası ve anlaşmalar hakkında bilgi

 ANLAŞMALAR VE SONUÇLARI
    
Temmuz ve Ağustos 1945’te barış anlaşmalarının koşullarını görüşmek üzere Potsdam Konferansı toplandı. Toplantıya önde gelen Müttefik temsilcileri olarak ABD’den Roosvelt’in yerine seçilen Başkan Harry S. Truman, SSCB’den Stalin ile İngiltere Başbakanı Winston Churchill katıldı.

Konferansta alınan belli başlı kurallar şunlardı:
*Müttefikler Almanya’yı işgal edilecek ve silahsızlandıracak ve böylece gelecekte savaş çıkarma tehlikesi önlenecekti.
*Alman ordusu dağıtılacak sanayisi denetlenecek ve açık denizlere çıkabilecek gemi, silah yada savaş uçağı yapımı yasaklanacaktı.
*Hitler’in Nazi Partisi’nin düşünceleri yasaklanacaktı.


ANTLASIAŞMA KOŞULLARININ UYGULANM

*Almanya’nın bütünlüğü ilkesinin dışında kalan Anlaşma koşulları genellikle uygulandı.
*Nazi liderler Müttefiklerden 4 yargıç tarafından Nürnberg’de yargılandı.
*Yargılama yaklaşık bir yıl sürdü. Sanıklardan 12’si ölüm cezasına çarptırıldı; bunlardan biri olan Mareşal Hermann Goering zehir içerek intihar etti. 7 kişi hapis cezasına çarptırıldı. Öteki Nazi savaş suçluları da yargılanarak idam edildi yada hapsedildi. Bazı Alman bilginleri özellikle roket mühendisleri de ABD ve SSCB’ye götürüldü.


*Japonya’da Müttefiklerce işgal edildi ama savaşı izleyen ilk yıllardan sonra denetim tümüyle General Dougles MacArthur yönetimindeki ABDli yetkililerin elinde kaldı.
*Japon ordusu dağıtıldı ve silahsızlandırıldı. Bazı Japon komutanları savaş suçlusu olarak yargılandı; idam yada hapis cezasına çarptırıldı.      
*Japonya ile barış antlaşması 1950 Eylülü’nde imzalandı. Bu antlaşmaya SSCB ve Hindistan karşı oldukları maddeler nedeniyle katılmadılar. Antlaşmanın en önemli sonucu, Japonya’nın topraklarının 4 adayla sınırlanmasıydı. Japonya’nın sömürgeci imparatorluğu sona erdi.
*Ryu-Kyu, Benin, Mariana ve Mashall adaları Birleşmiş Milletler adına yönetilmek üzere ABD’ye; güney Sahalin ve Kuril adaları ise SSCB’ye bırakıldı.
*Japonya’nın savaştan önce işgal ettiği Mançurya Çin’e geri verildi. Kore ise bağımsız bir devlet oldu. Ayrı bir antlaşmayla ABD’ye ve Japonya’da askeri güç bulundurma yetkisi verildi.     



*II. Dünya Savaşı’nda hava saldırılarında binlerce sivil insan da öldürüldü. *Almanlar toplama kamplarında 6 milyon Yahudi’yi öldürdüler. Bu uygulamaya “toplu kıyım” denildi.

*İşgal ettikleri topraklarda yaşayan 10 milyon kişiyi evlerinden, yurtlarından ayırdılar ve Almanya’da fabrikalarda köle gibi çalışmaya zorladılar.      

*Yaklaşık 35 milyon insanın öldüğü bu savaşta SSCB 20 milyon yurttaşını yitirdi.

*Polonya’da Nazilerin burada öldürdüğü 3 milyon Yahudi’yle birlikte yaklaşık 6 milyon kişi öldü.

*Almanya 4 milyon, Japonya 2 milyon, ABD 298 bin, İngiliz Uluslar Topluluğu 544 bin ve İngiltere 350 bin insanını yitirdi.

*Çin’in ise 2 milyondan fazla askerinin öldüğü sanılmaktadır.

 

II. Dünya Savaşı ve Türkiye hakkında bilgi

     Türkiye II. Dünya Savaşı’na katılmadı. Ama savaş boyunca izlediği yansızlık siyasetinde zaman zaman büyük güçlüklerle karşılaştı. Türkiye 1939’da savaş olasılığının iyice artması üzerine toprak bütünlüğünü korumaya yönelik ittifak anlaşmaları sağlamak amacıyla bazı girişimlerde bulundu. Almanya ve İtalya’nın saldırgan tutumları karşısında doğal olarak bu girişimler İngiltere, Fransa ve SSCB’ye yönelikti. İlk görüşmeler sonucu 12 Mayıs 1939’da İngiltere’yle, 23 Haziran’da Fransa’yla Türkiye’nin de “Barış Cephesi” içinde yer aldığını açıklayan ortak bildiriler yayımlandı. Bunu SSCB’yle de benzeri bir anlaşma sağlanması yolundaki çabalar izledi. Ama SSCB’nin 23 Ağustos’ta Almanya’yla bir saldırmazlık anlaşması imzalaması karşısında Türkiye’nin çabaları boşa çıktı.

      Bu durumlar üzerine İngiltere ve Fransa’yla ilişkiler daha da sıklaştırıldı ve 19 Ekim 1939’da Ankara’da Türkiye-İngiltere-Fransa İttifak anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre Türkiye bir Avrupa devletinin saldırısına uğrarsa İngiltere ve Fransa yardımda bulunacak, buna karşılık Avrupa’da çıkacak bir savaş Akdeniz’e yayılırsa Türkiye’de İngiltere ve Fransa’ya yardımda bulunacaktı. Savaşın Balkanlara doğru yayılma eğilimi göstermesi üzerine Türkiye, Balkan Antantı’na bağlı ülkelerle de işbirliğini güçlendirmeye çalıştı. Ama Şubat 1940’ta Belgrad’da toplanan Balkan Antantı Bakanlar Konseyi bu yönde olumlu bir karar alamadan dağıldı. 10 Haziran 1940’ta İtalya’nın da katılmasıyla savaş Akdeniz’e yayılınca Türkiye’nin 1939 Ankara Anlaşması’yla üstlendiği yükümlülükler gündeme geldi. Ne var ki, Fransa’nın kısa bir süre sonra Fransa’nın teslim olması, İngiltere’nin de bu konuda ısrarlı davranmaması Türkiye’yi savaştan uzak tuttu.

        Alman orduları 1941 ortalarına doğru Balkanlar’ı tümüyle ele geçirince Türkiye’nin de Alman istilasına uğramasından, dolayısıyla Ortadoğu’daki yaşamsal önemdeki çıkarlarının tehlikeye girmesinden çekinen İngiltere, Türkiye’den savaşa katılmasını istedi. Bu sırada SSCB’ye saldırmaya hazırlanan Almanya da güney kanadını güvenceye almak amacıyla Türkiye’ye bir saldırmazlık anlaşması önerdi. Türkiye bunu hemen kabul etti. 18 Haziran 1941’de imzalanan bu anlaşma Türkiye’nin savaş dışı kalma siyasetinde yeni bir aşama oldu. Bunu 10 Ağustos 1941’de SSCB ile İngiltere’nin ortak notası izledi. Savaşın iyice yoğunlaştığı bu dönemde her iki ülke Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını bildiriyorlardı. Buna karşılık Türkiye’den 1936 Montrö (Montreaux) Sözleşmesi’ni tam olarak uygulayarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarını savaş gemilerine kapalı tutulmasını istiyorlardı.

      1942’de hem Almanya’nın hem İngiltere’nin başını çektiği Müttefikler’in Türkiye’yi savaşa sokmak için baskı uyguladıkları bir yıl oldu. Türkiye çeşitli gerekçeler ileri sürerek bunların hepsini geri çevirdi. Ama 1943’te Müttefikler’in üstünlüğü belirince İngiltere bu kez savaşın bir an önce bitmesine katkıda bulunmak ve zaferin nimetinden pay almak gibi görüşlerle Türkiye’yi Müttefikler’in yanında savaşa sokmaya çalıştı. Churchill bu amaçla 30 Ocak 1943’te Adana’ya gelerek İsmet İnönü’yle görüştü. İnönü, Churchill’in Türkiye’nin en geç Ağustos 1943’te savaşa katılması isteğine karşı, bunun gerekli silahların, savaş araç ve gereçlerinin verilmesi durumunda olanaklı olabileceğini söyledi. Bu konudaki görüşmeler sürerken Müttefikler 14-24 Ağustos tarihlerinde Kanada’nın Québec kentinde, 19-30 Ekim’de de Moskova’da düzenledikleri toplantılarda Türkiye’yi savaşa katmak yolundaki baskıyı arttırma kararı aldılar. 28 Kasım-2 Aralık tarihlerinde bir doruk toplantısı yapan Churchill, Roosevelt ve Stalin de bu kararı onayladı. Bunun üzerine Churchill ve Roosevelt 3 Aralık 1943’te İsmet İnönü’yü Kahire’ye davet ederek bu konudaki kesin isteklerini ilettiler ve Türkiye’nin Şubat 1944’te savaşa katılması durumunda her türlü yardımı keseceklerini bildirdiler. İsmet İnönü’nün askeri ve stratejik gerekçelerle savaşa katılmayı reddetmesi üzerine Mart 1944’te İngiltere, Nisan 1944’te de ABD Türkiye’ye askeri yardımı durdurdu. Diplomasi alanında da baskılar sürüyordu. Bu baskılara bir süre daha direnen Türkiye savaşın gidişinin iyice belirginleşmesi üzerine 2 Ağustos 1944’te Almanya ile siyasal ilişkilerini kesti. Bunu 6 Ocak 1945’te Japonya ile ilişkilerini kesmesi izledi. Ardından Müttefik liderleri Şubat 1945’te toplanan Yalta (Kırım’da) Konferansı’nda, yeni kurulacak Birleşmiş Milletler’e yalnızca 1 Mart 1945’e kadar Almanya’ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar aldılar. Bunun üzerine Türkiye 23 Şubat’ta Almanya’ya savaş ilan etti. Bu sırada Almanya’nın yenilgisi kesinleşmiş olduğundan fiilen savaşa girmedi.

 II DÜNYA SAVAŞI’NIN TÜRKIYE’YE SIYASI ve EKONOMIK ETKILERI
II. dünya savaşı başlarken, Türkiye batı demokrasileri ile işbirliği yapmış, savaşın Akdeniz’e, Balkanlara ve Ortadogu’ya yayılmasının önlemek istemiştir. Türk Devlet Adamları II. Dünya Savaşında memleketi savaşın yıkıntılarından korumak için çaba harcamışlardır. Türk dış politikasının bu başarısının en önemli nedenlerinden biri, devleti yönetenlerin, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı devletini savaşa sokup sonunda yıkan gelişmeleri iyi değerlendirmeleri ve yakın tarihten ders alarak aynı hataları tekrarlamamalarıdir.
      Prof. Dr. Fahir H. Armaoğlu’na göre “Türkiye’nin II. Dünya Savaşındaki durumu stratejik mevkiin önemi dolayısıyla gerek müttefik devletlerin, gerek Mihver Devletlerin Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa sokmak için harcadıkları çabaların ve Türkiye üzerinde yaptıkları hikayesinden başka bir şey değildir.
Almanya’nın 1940 Mayısı’nda Fransa’ya saldırması ve İtalya’nın harbe katılması ile üçlü paktın hükümlerine uygun olarak savaşa müttefikleri ile katılması gereken Türkiye savaşa girmekten sakınmıştır. 28 Ekim 1940’ da İtalya’nın Yunanistan’a saldırmasıyla Üçlü Paktın üçüncü maddesi işlenmeye başladığından İngiltere ve Fransa’nın Yunanistan’a verdikleri garanti uyarınca bu devletin yardımına koşmaları Türkiye’nin savaşa katılmasını gerektiriyordu. Bu defa Alman tehdidine maruz kalan Türkiye, İngiltere’nin savaşa katılmasını istemesine rağmen savaşa girmesi mümkün olmamıştı. Almanya’nın Balkanlardaki faaliyetleri Alman-Sovyet Rusya ilişkilerini gerginleştiriyor ve bunun sonucunda Sovyet Rusya Türkiye’ye yakınlaşıyordu. Almanların Bulgaristan’a yerleşmesi, bütün Ortadoğu’nun Almanlara açılacağı endişesi, İngiltere’nin tekrar Türkiye üzerinde baskı kurmasına neden oldu.
      Almanların Rusya’ya saldırdığı günlerde, Almanya Irak’a yardım edebilmek, asker ve malzeme geçirebilmek ve Türkiye’yi razı etmek için toprak teklif etmiş ancak Türk hükümeti razı olmamıştır. Bunun üzerine Almanya 18 Haziran 1941 Saldırmazlık Paktı imza ederek, Sovyet Rusya’ya saldırmıştır. Bu Paktı, İngiltere ve Amerika’da hoş karşılamış, Amerika ödünç verme ve kiralama kanununca Türkiye’ye yaptığı yardımı kesmiştir.
Rusların zaferi kazanmaları, Türkiye üzerindeki Alman baskısını azaltırken, müttefik baskısını artırmıştır. Türkiye savaşa katılabilmek için orduya geniş ölçüde malzeme bakımından takviyesini istemiştir. Ancak ikinci cephenin açılmasıyla Türkiye’nin savaşa katılmasının değerini azaltmıştır. Tüm bu gelişmelere rağmen Türk hava alanlarından faydalanması isteği
de olumsuz sonuçlanmıştır.

       Tahran Konferansında Türkiye’nin harbe girmesi hakkında karar alınmış ve Türkiye’nin hava alanlarından müttefiklerin faydalanması zorunlu görülmüştür. İnönü savaşa katılmayı kabul etmiş, ancak bu katılımı savunma için gerekli malzemenin verilmesine bağlı tutmuştur. Kahire Konferansından sonra Rosevelt, Türkiye’ye yardım yetiştirilemeyeceğinden, faal olarak savaşa girmesinde sebep olmadığını açıklamıştır.
      Yalta Konferansında Sovyet Rusya’nın Boğazların statüsünü değiştirme isteği saldırgan tutumu üzerine Amerika ve İngiltere Boğazlar üzerindeki Türkiye’nin egemenliğini ihlal edecek statüye taraftar olmadıklarını beyan ettiler. Türkiye 23 Şubat 1945’ de Almanya ve Japonya’ya savaş ilan eder. Sovyetler Birliği 15 Mart 1945’ de Türk Sovyet saldırmazlık Paktının, yeni şartlara uymadığı için fesh eder. Almanya’nın yenilmesi, Avrupa dengesinde meydana gelen boşluktan yararlanan Sovyetler Birliği, Türkiye’ye karşı emperyalist emellerini Potsdam Konferansında Boğazlar konusunda devam etmiştir. Her türlü siyasi baskıya rağmen bu savaşta Türkiye’nin son ana kadar tarafsız kalması önemli bir başarıdır.

A ) SAVAŞ SONRASI TÜRKIYE’NIN DIŞ POLITIKASI
İkinci Dünya Savaşını izleyen ilk yılda Türkiye’nin dış politikada en büyük sorunu, savaş içinde düştüğü yalnızlıktı. 25 Nisan 1945’ te Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın kurulması amacıyla toplanan San Francisco Konferansında bu yalnızlığı daha çok hissedecektir.


I-) Sovyet Rusya’nın Türkiye Üzerindeki İstekleri
Almanya’nın mağlubiyeti, Avrupa’nın dengesini Ruslar lehine, bozmuş ve bu durumda Türkiye için çok tehlikeli olmuştur. Sovyet Dış İşleri Bakanı Molotof, 19 mart 1945’te Moskova’da bulunan Türkiye Büyük Elçisine gönderdiği notada 17 Aralık 1925 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık Paktının feshedildiği bildirilmiştir. Türkiye tehlikeyi bertaraf etmek için Sovyetlerle anlaşma yolunu denese de Türkiye’nin egemenlik ve bağımsızlık haklarının bir kısmını kaybetmeden Sovyetlerle anlaşabilmenin çok zor olduğu ortaya çıkmıştır. 7 Haziran 19452 te Sovyetler Birliği ile Türkiye anlaşmak istiyorsa; Türkiye Sovyet sınırının değişmesi, Boğazlarda Sovyet Rusya’ya üs verilmesi Montreux sözleşmesinin yeniden düzenlenmesini istemiştir.


   Bu durum karşısında Türkiye bağımsızlığını ve toprak bütünlügünü korumakta endişe duymuş, silahlı bir Sovyet saldırısına uğradığı taktirde tek başına da olsa karşı koymak azminde olduğunu dünyaya ilan etmiştir.
Birleşik Amerika ile Ingiltere’nin Sovyetler Birliği ile savaş sonrası iş birliği gerçekleştirmek Postdam Konferansi 17 Temmuz-2 Agustos 1945 tarihinde toplanmıştır. Postdam’da Sovyetlerin Bogazlar üzerindeki istekleri ve Bogazlar rejimini degiştirmek yolundaki teklifleri ile Rusya, Türkiye üzerinde yeniden baskı kurmak istemişlerdir. Postdam’da üç devlet Bogazlar konusunda anlaşamamiş, ancak Boğazların yeni bir rejime tabi olması, Amerikanın Bogazlar üzerinde söz sahibi olması hususunda mutabakata varilmiştir.

     Sovyetler, 7 Ağustos 1946 ve 25 Eylül 1946 tarihli notalar ile Potsdamdaki iddialardan da ileri giderek, Boğazların statüsünün yalnız Karadeniz’e sahildar devletler tarafından arasında tespit edilmesini ve kendilerine üs verilmesini istemişlerdir. Türkiye Sovyet Rusya’ya verdiği 22. 08. 1946 ve 18.10.1946 tarihli cevabı notalarda, Boğazlar rejimini değiştirecek bir konferansı kabul ettiğini ancak, bu konferansa A.B.D.’nin de katılacağını, Türkiye’nin egemenlik haklarına ve güvenliğine aykırı hiçbir teklif kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Sovyetlerin Türkiye’ye karşı soğuk harp tehdidi, A.B.D’yi Ortadoğu ile ilgilendirmiş, Orta Doğu ülkelerinin egemenlik ve toprak bütünlüklerinin baskı ve sızma yoluyla tehdit edilmesine karşı, Sovyetlere kapalı bir şekilde ihtarda bulunmuştur.

II ) Amerika’nın Türkiye’yi Desteklemesi
a-) Truman Doktrini
    Sovyet Rusya’nın Boğazlar üzerindeki isteği ve baskısının devamı Türkiye bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçlardan en önemlisi ordusunu hala savaş sırasındaki mevcudunda tutmak zorunda olmasıdır. İktisadi gücü yeterli olmayan Türkiye için bu durum karşınında tek çıkar yol dış yardım aramak oldu. Batı dünyasının savunması için çok önemli bir yerde buluna Türkiye ve Yunanistan’ı genişleme emellerine açıkça ortaya koyan Sovyet Rusya karşısında Yalnız bırakmamış ve bu iki ülkeye yardım etme kararını alan Başkan Truman, kendi adıyla anılan bir mesajı 12 Mart 1947 Mecliste okumuştur. 12 Temmuz 1947’de Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında, Türkiye’ye yapılacak yardımla ilgili bir anlaşma imzalanmıştır.
     Truman Doktrini, bir yandan yeryüzünün iki bloğa ayrıldığını ve Sovyet-Amerikan mücadelesinin başladığını ilan edip, soğuk savaşın ilk adımlarını oluştururken, öte yandan Doğu Avrupa ve Balkanlardaki bölünmeyi de çok daha kesin çizgileriyle ortaya koymuştur

b-) Marshall Planı
    II. Dünya Savaşında ekonomik ve sosyal bakımdan bitkin bir durumda çıkan Avrupa Devletlerinin kalkınmasını sağlamak için A.B.D’de, 1948 yılında, dört yıl süreli “ iktisadi işbirliği Kanunu” kabul edilmiştir. Bu kanunun öncülüğünü Amerika Diş Işleri Bakanı General Marshall yapmıştır.
İktisadi İşbirliği Konferansına Türkiye’de katılmış, iktisadi durumu konusunda gerekli bilgileri vermiş ve savaş sonrası iktisadi kalkınma programı gerçekleştirmek için dış yardım yapılmasının istemiştir. Amerikalı uzmanlar Marshall Planının mili ekonomik kalkınma programının finansmanı değil, savaştan yıkılmış Avrupa’nın kalkınması için hazırlanmış bir plan olduğunu savunmuştur. Türk Hükümetinin isteği üzerine konuyu bir daha ele alan Amerikan Hükümeti Türkiye’yi Marshall Planı için almaya karar vermiştir.
Böylece dört yıl kapsayan (1947-1951) Avrupa Kalkınma Projesi, yani Marshall yardımı başlamıştır. Sovyet Rusya ise, Marshall planının Truman Doktrininden sonra ortaya çıkmasını, bu doktrinin uygulanması biçiminde yorumlamış kendi katılmadığı gibi Doğu Avrupa ülkelerinin de katılmaması için baskı yapmıştır.

III-) 1950-1960 Yıllarındaki Gelişmeler
a-) Kore Uyuşmazlığı
1950’den sonra Türkiye’nin dış politikasında önemli gelişmeler olmuştur. Rus işgali altında buluna Kuzey Kore’nin, Güney Kore’ye 1950 yılında saldırması meselesinin milletler arası bir durum almasını gerektirmiş ve Birleşmiş Milletler müşterek tedbirler almıştır. Bu polis tedbirine Türkiye'’e 4500 kişilik birlikle iştirak etmiştir. Türk askerinin Kore’de üstün başarısı milli itibarımız arttırmıştır.

b-) Kuzey Atlantik Paktına Katılma
    Kollektif güvenlikte açılan gediği kapatma gayesiyle 4 Nisan 1949’da imzalanan Kuzey Atlantik Paktı ile kısmi güvenlik mekanizması oluşturulmuştur. Bu sırada Türkiye Paktın dışında bırakılmıştır. Paktın 19 Eylül 1950 tarihli toplantısında Türkiye ve Yunanistan’ın pakta katılma istekleri Akdenize kadar genişlemeyi  devletler doğru bulmayarak redolunmuştur. 1951 Ocak ayında A.B.D. hükümeti Avrupa da Komünist tehlike arttığından bizzat kendisi paktın üyelerine telkinlerde bulunmuştur. 20 Eylül 1951’de Ottowa toplantısına kabul edilmiş, Şubat 1952 de Türkiye ile Yunanistan eşit şartlarda üye olarak katılmışlardır.

c-) Balkan İttifakı
II. Dünya Savaşı’ndan önce Balkanlarda barış ve güvenliği saglamak amaçlı pakt, savaştan sonra kurulan II. Balkan İttifakı, Komünist Rus Emperyalizmine karşı savunma tedbiridir. Her iki Balkan birliği de Türk-Yunan dostluğu üzerine gelişmiştir. Ancak Kıbrıs meselesi ile Türk-Yunan ilişkileri bozulunca ittifak önemini kaybeder.

d-) Bağdat Paktı (Cento)
   Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955 tarihinde Bağdat’ta imzalanmıştır. Antlaşmaya, İngiltere ( 5 Nisan 1955), Pakistan ( 23 Eylül 1955), İran’da ( 11 Ekim 1955) katılmış ve ilk toplantı 22 Kasım’da Bağdat’ta yapılmıştır.      

     Pakt Amerikanın teşvikiyle kurulmuş, Amerikanın pakta katılması arzu edilmiş ama Arap aleminin tepkisi karşısında pakta katılmamıştır.

     Paktın esas gayesi Orta Doğu barış ve güvenliği tesis etmek ve üye devletler arası sıkı iş birliğini sağlamaktı.

      14 Temmuz 1958’de ırak ihtilali ile yeni kurulan idare Bağdat Paktından ayrılmış ve bunun sonrasında paktın ismi değiştirilerek “Merkez Antlaşması Teşkilatı” kısaltılmışı ile Cento adını alır.

e-) Kıbrıs Meselesi
     Kıbrıs sorunu, 1954 yılının sonundan 1959 yılına kadar Türk Yunan Hükümetleri arasındaki resmi anlaşmazlık olarak sürmüştür. Kıbrıslı Rumların Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirmek (Enosis) konusu Yunan kamuoyunda da etkisini gösterdi ve olay Yunan resmi makamlarınca da benimsendi. Yunan resmi makamları meseleyi 1954 yılında Birleşmiş Milletlere getirdiler. Siyasi komisyon konuyu inceleme lüzumu görmedi ve Yunan tezini red etti.
  26 Ağustos1955’te Londra Konferansında Türkiye, İngiltere ve Yunanistan karşı karşıya geldiler. Yunanlılar adanın kendilerine tabi olmasını istiyorlardı. Dayadıkları temel prensip de adadaki nüfusun çoğunluğunun Rum olması idi. Bu konferansta olumlu bir sonuç alınamadan dağıldı.
1956 yılında adanın taksimi konusu gündeme gelir ve Türk kamuoyu bu tezi kabul eder. 1958 yılında Kıbrıs’ta bunalım artar ve 1959 yılında Zurich’te iki devlet temsilcileri görüşür. Rumlar Enosis’ten Türkler ise taksimden vazgeçtiler. 16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi. Devlet iki cemaatin ortaklaşa yetki ve sorumluluklarına dayanmaktaydı.

B ) İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN TÜRKİYE’YE EKONOMİK ETKİLERİ
1-) Savaş Yillarında Türkiye’nin Ekonomisi
Savaşın içinde doğrudan yer almadığı halde oldukça yakınında yaşayan ve çeşitli yönleriyle savaş ekonomisi deneyimi geçiren Türkiye üzerinde bu dönemin etkileri çok farklı olmuştur. Savaş boyunca yarı seferberlik havasını devam ettirmiş ve yetişkin nüfusunun askere alınması üretim hacminde düşmelere neden olmuştur. Savaş öncesinde başlayan planlama çalışmaları ve sınai yatırım programlar, savunma harcamalarının bütçeye hakim olması nedeniyle ertelenmiş ve bu yıllarda yeni yatırımlara girişmek yerine mevcut yatırımları korunup işletilmesi temel politika olarak benimsenmiştir.
Türkiye’nin ekonomik politikasını belirleyen temel metin, 1940 yılının başında çıkarılan ve hükümete ekonomiye müdahale konusunda sınırsız yetkiler veren “ Milli Korunma Kanunu” olmuştur. Savaş ortamının bir gereği olarak çıkartılan ve savaş içindeki diğer ülkelerinde aldığı önlemlerin bir benzeri olan bu yasayı, Devletçilik politikasının bir uzantısı olarak yorumlama gerekir. Resmi bir politika olarak daha önce başlamış olan devletçilikten uzaklaşma süreci savaş döneminde de bazı dalgalanmalarla devam etmiştir. Ülke dışında süren savaşın ve ülke içinde yer alan seferberlik ortamının ekonomik etkileri önemlidir. Bu bağlamda değinilmesi gereken birinci konu, Türkiye’nin ihraç ürünlerine olan talebin artmiş olmasıdır. Bu diğer bir deyişle, tarım kesiminin gelirlerinin artmasıdır. Ancak bu dönemde tarımsal üretim artmış degil, tersine azalmıştır. Bunun nedeni ise köylünün büyük çogunlugunun silah altina alinmiş olmasidir. Savaş ekonomisi uygulamasının yükünü küçük köylü çekerken, kazançlı olan pazara dönük büyük çiftçi olmuştur. Ikincisi, gelişmiş ülkelerin savaş içinde olmaları yani sıra Milli Korunma Kanunu çerçevesinde getirilen dış ticaret kısıtları, ithalatın önemli ölçüde daralmasıdır.9 İthalatın ve yerli üretimin daralmasının yarattığı kıtlık ortamı, devletin seferberliği para basarak finanse etmesi çabası ile birleştiğinde enflasyon ortamı yaratmıştır. Bu karaborsa spekülasyon ortamının sonucu ise, önemli bir sermaye birikim olmuştur. Diğer bir deyişle, savaş döneminden karlı çıkan ticaret sermayesidir.
Bu dönemde biriken olağan üstü servetleri vergileyerek seferberlik finansmanına katkıda bulunak amacıyla 1942 yılında “varlık vergisi” kanunu çıkartıldı. Bu kanunla sermaye ve gelirlerinde yeni bir vergi alınarak acil askeri masraflar karşılanmak istemiştir. İthal mallar ve ihtiyaç maddelerinde karaborsacılık ve vurgunculuk yaparak zenginleşmiş olanlardan, tüccarlardan ve aracılardan vergi almak ve böylece sıkıntı çeken dar gelirli sınıfları manenen tatmin etmek yoluna gidilmiştir. Bu noktaya kadar savunulması kolaydı ancak, eleştiriler kanunun uygulanma şeklinden doğdu. 10 Bu kanunun öncelikli gayr-i müslim azınlıklara uygulanarak Kurtuluş Savaşından beri süre gelen yerli tüccarların azınlıkların yerini alma politikasına katkıda bulunmuştur.
   Savaşın sona erdiğinde çıkartılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ( 11 Haziran 1945 ); radikal hükümler içeren ve bir toprak reformu niteliği taşıyan bu yasa, meclisten güçlükle geçirilmiş ve büyük tepkilere neden olmuştur. Nitekim çıkarıldıktan hemen sonra tarım Bakanlığına bir toprak ağasının getirilmesi yoluyla fiilen uygulamadan kaldırıldı.

   Savaş döneminde ithalatın önemli derecede azalması ve buna karşılık ihracat gelirlerinin artması Türkiye'’in altın ve döviz rezervlerinin de birikimine yol açmıştır. Ancak bu durum Amerika’daki gibi sinai gelişme açısında olumlu etkilendiği halde Türkiye’de, toplumsal gelişme açısından, tam tersi bir sonuç yaratmıştır. Türkiye’de bir sanayi burjuvazisinin gelişmemiş olması ve sınai sermaye birikimini devletin yürütür olması bu durumun oluşmasında etkilidir.

II. SAVAŞ SONRASI EKONOMİK GELİŞMELER
Bu dönemde Türkiye, ABD önderliğinde yeniden kurulmakta olan dünya sistemi içinde bunalım öncesindeki konumunu yeniden alma süreci olarak değerlendirilebilir. Bunalım döneminden alınan dersler değerlendiren gelişmiş kapitalist ülkeler açısından en önemli sorun,uluslar arası meta ve sermaye dolaşımını yeniden canlandırmak bunun sürekliliğini sağlayacak önlemler almak olmuştur. Bu amaçla 1914 yılında Brettan Woods anlaşmasi ile kurulan Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası(IBRD), uluslar arası kapitalizmin işleyişini denetleyen üst organ olarak nitelendirilebilir. Diğer bir kurumsal düzenleme, ABD Dış İşleri Bakanı Marshall’ın Avrupa’nın savaş yıkıntılarından kurtulup kalkınmasının kendi ülkesinin yararına olacağı ve bu amaçla yardımda bulunabilmek isteği ile başlayan Marshall Yardım Programıdır. Türkiye’nin bu dönemdeki ekonomik yönelimi bu iki düzenleme doğrultusunda gelişecektir.
Marshall yardım programına katılmayı amaçlayan Türkiye savaş sırasında devletçilik ilkesi doğrultusunda hazırlandığı planı uluslar arası konjoktör uyarınca, bu planı kaldırmış, yerine 1947 Türkiye İktisadi Kalkınma Planı diye bilinen ve gerçekte Marshall’a katılabilmek için sunacak metni hazırlamıştır. 1947 planı tarım, haberleşme, sulama, enerji, demir-çelik, maden ve sanayi alanlarını temel etkinlik noktaları olarak kabul ediyor ve tarımsal gelişme üzerinde odaklaşıyordu. Kaynak açısından plan dış kredilere dayanmaktadır. Sonuç olarak Türkiye 1948’de yardım kapsamına alınarak OEEC’ye üye olmuştur. Bu yolda CHP iktidarı tarafından başlatılan süreç, 1950 DP tarafından sürmüştür.

1940 ilkbaharı, Almanların Danimarka'yı ve Norveç'i ele geçirmeleri
1941, 22 Haziran, Hitler'in savaş duyurusunda bulunmadan Rusya'ya saldırması
1942, Kasım'ı 1943 Şubat'ı, Ruslar'ın Almanlar'ı geri püskürtmeleri
1943, Temmuz'u, Mussolini'nin, İngiliz-Amerikan birliklerinin İtalya'ya çıkmasıyla iktidardan düşmesi, İtalya'nın savaştan çekilmesi.
1944, 6 Haziran, İngiliz-Amerikan birliklerinin Normandiya çıkartması
1945, 1 Mayıs, Hitler'in kendini öldürmesi, Alman başkomutanlığının teslim belgesini imzalamaları.

1945, Hiroşima'ya ve Nagazaki'ye atom bombalarının atılması



1) SOĞUK SAVAŞA GEÇİŞ DÖNEMİ(1945-1947),,

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDAN SONRA GÜÇ DENGESİ

     "İkinci Dünya Savaşından sonra uluslararası politikanın yapısı başlıca dört gelişme nedeniyle radikal bir değişme göstermiştir: Geleneksel güç dengesinin merkezi ve en önemli öğesi olan Avrupa'nın ve Avrupa devletlerinin savaşta büyük tahribata uğramaları; Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin "Süper Devletler" olarak ortaya çıkması; termonükleer silahların geliştirilmesi; dünyanın çeşitli bölgelerindeki ulusalcı hareketlerin "Avrupa İmparatorluklarına " karşı ihtilalcı tutumları.

İKİ KUTUPLULUK

    Avrupa'nın bir güç merkezi olarak dünya politikası sahnesinden çekilmesinden sonra, dünya en az yirmi yıl kesin çizgiyle ABD ve Sovyetler Birliği'nin çevresinde " iki kutuplu " bir nitelik kazandı." İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler Almanyası ile Mussolini İtalyasını dize getiren güçler İngiltere ya da Fransa değil, ABD ile Sovyetler Birliği'ydi.Savaş sonrasından 1970'lere kadar uluslararası ilişkilerin tarihini, bu iki karşıt ideolojiye bağlanmış ABD ile Sovyetler birliği'nin yeryüzünde etki kurmak için gösterdikleri çabaların öyküsü olarak nitelemek gerçekçi bir genelleme olacaktır.Savaştan her bakımdan yıkık çıkan Avrupa devletleri bu iki " süper" devletin çevresinde kümeleneceklerdir."Böylece ortaya "iki kutuplu" bir denge çıkmıştır. "Soğuk Savaş " diye kısaca adlandırdığımız bu yeni durum, etkisini yirmi yıl kadar sürdürmüştür. Bugün bile tüm belirtilerinin ortadan kalktığını söyleyemeyiz.

1945'TEN SONRA KUTUPLAŞMAYA NEDEN OLAN OLAYLAR

     İkinci Dünya Savaşı, 1945 Mayıs ayında Avrupa'da, Eylül ayında da Asya'da sona erince, bu kıtalardaki güçler dengesinde büyük boşluklar meydana geldi. Unda, yenilen Almanya, İtalya ve Japonya'nın yanında, galip devletlerdn olan savaş öncesinin güçlü devletleri İng ve Frn'nın da savaştan büyük ölçüde yıpran mış olarak çıkması önemli rol oynadı.Bu devletlerin kendilerine gelebilmeleri için uzun yıllara gerek vardı.
Bu ba kımdan savaştan sonra, Avr'da Alm'nın, Asya'da Japonya'nın yerini tek başına dolduracak bu kıtalardn devlet bulunmamaktaydı. Savaştan sonra güçlü olarak ayakta kalabilenlerse, siyasi ve ekonomik doktrinleri birbiriyle çatışan, Avr'ya göre iki kenar devlet, yani ABD ile Sovy. Birliği idi. Bunlardan ABD, 1. D. S.ndan sonra
oldu ğu gibi, yeniden kıtasına çekilip olayları uzaktan izleme eğilimi içindeydi. Sovyet Birliği ise yayılma isteğindeydi,

     Bu sırada, savaş sonunda barış ve güvenliğe kavuştuklarını sanan, barışı kurmak ve korumak için kurduk larıBirleşmiş Milletler Örgütü'ne güvenen Batı Devletleri, altı yıl süren savaşın kamuoylarında meydana getirdiği yük ve bıkkınlığın da etkisiyle, silahlı kuvvetlerintamamına yakınını terhis ettiler. Buna karşılık Sovyetler, büyük ve güçlü ordularını daha da takviye etti, savaş sanayiini çalıştırmayı da hızlandırdı. Bu da, Batılı Devlet ler ile Sovyetler arasında bir dengesizlik meydana getirdi.

      Bu dönemde Sovyetler Birliği'ne karşı koyabilecek tek devlet ise sonunda kendi kamuoyunun etkisiyle, yeniden kıtasına çekilme politikasına dönme eğilimindeydi. Bu düşünce de, o günlerde dünyanın tek atom gücüne sahip olan bu devleti, hareketsiz hale getirmiş bulunuyordu.

     İşte bu durumdan da yararlanmak isteyen Sovyet Rusya, savaş sırasında kendi işgali altına geçen Doğu ve Orta Avrupa ülkelerini paylaştırırken, diğer yandan Türkiye, Yunanistan, İran üzerinde etkisini geliştirmek için baskıya ve isteklerde bulunmaya, Uzakdoğu'da da Çin'de girişimlerde bulunmaya başladı. Bunlar ise, karşı ittifaklara yol açtığı gibi, dünyayı yeni bir bloklaşma dönemine sürükleyen başlıca etkenler oldu.

 

AVRUPA'DA KURTULMA VE BÖLÜNME

 1.POSTDAM ÖNCESİ GELİŞMELER

 A)ABD İLE SOVYETLER BİRLİĞİ ARASINDAKİ ANLAŞMAZLIKLAR

    Savaş sırasında Avrupa'yı ilgilendiren kararlar üç büyük devlet tarafından alınmıştı. Böylece savaş sonu Avrupasının toplumsal ve siyasal yapısı büyük ölçüde onlar tarafından belirlendi. Bu noktanın iyi bilinmesi, Avrupa'da savaş sonrası gelişmelerinin anlaşılmasında son derece önemlidir. ABD'nin ekonomik, Sovyetler Birliği'nin askeri gücüne sahip olmayan İngiltere'nin zayıflığı savaş sonrasında açıkça ortaya çıktı ve böylece iki büyük devlet Avrupa'ya biçim verdiler.

     Savaş stratejisi konusunda İngiliz-Amerikan ilişkilerinde pek bir pürüz ortaya çıkmamışsa da aynı şey Sovyet-Amerikan ilişkileri için söylenemez. Sovyetler Birliği, ABD'den savaş içinde büyük miktarda Ödünç Verme ve Kiralama yardımı aldı. Ama yapılan yardımın 1945 Mayısında aniden kesilmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulacağının en erken habercisiydi. Stalin, savaşın ortasında ekonomik yardımın yeterli olmadığını ve ba
tıda ikinci cephenin açılması gerektiğini söylüyordu. Bu cephenin erken açılmamasını ABD'nin art niyetine, bu devletin Almanya ile anlaşıp Hitler'i Sovyetler üzerine saldırtmak istemesine bağlıyordu. İkinci cephe açılıp her iki ordu da Avrupa'nın ortasına doğru ilerlerken bile, ABD ile Sovyetler arasında gerçek anlamda eşgüdümlü bir askeri planlama yoktu."

POTSDAM KONFERANSI, 1945

       Konferansta en çok tartisilan konu Almanya idi. Potsdam'da, daha çok Almanya'nin Nazilik ten ve askerlikten arindirilmasi konusu üzerinde duruldu. Çünkü Nazizim ortadan kalkarsa, militarizm de ortadan kalkar ve silaha da gerek kalmazdı. Ilk önce savas suçlularinin ceza landirilmasina karar verildi. Alman askerlerinin elinden silahlarin alinmasi, demokratik düze nin kurulmasi; bunu yapmak için ise, egitim sisteminin tümüyle degistirilmesi gerekirdi.Bunun için Almanya'nin bir süre isgal altinda kalmasi kararlastirildi. Buna göre, Almanya, Sovyet, Ingiliz, Amerikan ve Fransiz isgal kuvvetleri komutanlarinca yönetilecek dört ayri isgal bölgesine ayrilacakti. Berlin, Viyana ve Avusturya ayni sekilde bölünecekti. Almanya'da demokrasiyi kurmak için, tüm ülkeyi
kapsayan ve yerel özerkli ge sahip devletlerden olusan bir FEDERASYON kurulmasina karar verildi. Maliye, ds ticaret ve bunun gibi konular ise federalizm kapsamina alinmayarak "Denetim Kurulu" olusturuldu."
       Postdam Konferansı'nın en çok zamanını alan Almanya sorunu, "soğuk savaş "ın en önemli konusu oldu.Postdam Konferansı'nın en çok zamanını alan Almanya sorunu, "soğuk savaş "ın en önemli konusu oldu

      İkinci Büyük Savaş'tan sonra iki büyük devlet ortaya çıktı: ABD ve SSCB.

    ABD ve İkinci Büyük Savaştan büyük yaralar alarak çıkmış, bir kısım Batı Avrupa devletleri, kapitalist düzenleri için tehdit oluşturan devlet kapitalizmine, SSCB'ye karşı ortak bir askeri aygıt oluşturdular. 4 Nisan 1949'da, 12 Batılı ülke; ABD, İng, Frn, Belçika,Hollanda, Lüxemburg, Kanada, İtalya, İzlanda, Danimarka Norveç ve Portekiz NATO'yu (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) kurdu.

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ
İkinci Büyük Savaş'tan sonra iki büyük devlet ortaya çıktı:
ABD ve SSCB.
ABD ve İkinci Büyük Savaştan büyük yaralar alarak çıkmış, bir kısım Batı Avrupa devletleri, kapitalist düzenleri için tehdit oluşturan devlet kapitalizmine, SSCB'ye karşı ortak bir askeri aygıt oluşturdular. 4 Nisan 1949'da, 12 Batılı ülke; ABD, İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüxemburg, Kanada, İtalya, İzlanda, Danimarka, Norveç ve Portekiz NATO'yu (North Atlantic Treaty Organization-Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) kurdu.
Soğuk Savaş, özellikle baskın iki iktidar odağının karşılıklı tehditlerinin ve bu tehditleri kullanarak dünyada hakimiyet kurma çekişmesinin on yıllar süren dönemidir.
Soğuk Savaş döneminde kapitalizmin, "dehşetengiz" Sovyet tehdidinin karşısında sıra dağlar gibi duran askerî aygıtı NATO, ortak tehdide karşı askeri alanda birleşen Atlantik ötesi dostlarının ortak hedefleri çerçevesinde işbirliğinin devamını ve gücünü teşkil ediyordu. NATO'nun kurulduğu ilk dönem, üye devletlerin "güvenliğinin" ABD'nin nükleer gücüne dayalı olduğu, "caydırıcılık" için en önemli silahı "nükleer güç" kullanımının oluşturduğu dönemdir. O zaman ve şimdi de NATO'nun esas askeri gücünü ABD oluşturmaktadır. 1950'lerde SSCB'nin de nükleer silah üretmesi ve karşılık verebilme yeteneği elde etmesiyle Bush Doktrini olarak ilan edilen ancak hiç de yeni bir buluş olmayan, o zaman da benimsenmiş "önleyici savaş" stratejisinden vazgeçilerek "çevreleme" ve "caydırma" politikalarına ağırlık verildi. Bu arada 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan NATO'ya katıldı. SSCB'ye karşı tampon devletler ve ileri karakollar oluşturulmaya, yeni üsler açılmaya devam etti. 1955'te Almanya, 1982'de İspanya NATO'ya dahil oldu. 1960'lardan itibaren de "esnek karşılık" denilen ve "nükleer silah kullanımı" temelli stratejini yerini alan yeni bir strateji geliştirildi. "Ortak düşman"ı çevreleme ve krizleri konvansiyonel yöntemler kullanarak çözer gibi yapma stratejisine ağırlık verildi. Soğuk Savaş dönemi, Monroe Doktrini ile kendisine dokunmadıkça dünyanın geri kalanıyla pek alakadar olmayan ABD'nin küresel iktidar olmaya oynadığı ve SSCB paranoyasıyla (iktidarın gıdası) askerî, ekonomik, siyasî hegemonyasını kurduğu bir dönemdir. Bu dönem boyunca NATO en önemli aygıtı olmuştur. Soğuk Savaş sona erdikten sonra da ABD, bu hegemonyasını korumak ve geliştirmek için yeni iktidar-korku-gelecek senaryoları yazmaya ve mekanizmalar oluşturmaya, varolanları dönüştürmeye koyulmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



'Çalışmadan,Öğrenmeden,Yorulmadan,rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler;evvela haysiyetlerini,sonra hürriyetleri ni ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar… ATATÜRK

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol